31 Temmuz 2012 Salı

Bayat Simit

Evvela evlat kısmı yaranamıyor anaya babaya arkadaş, veryansınla gireyim derken bir de kız evlat olunca işler hepten sarpa sarıyor bunu da belirtmek isterim. Yarı feodal bir ailedeysen ve bir kız evlatsan cumhurbaşkanı olsan da ev işlerini yapmak zorundasın, yemek yapmak zorundasın. İdeal bir eş olmak adına bütün donanıma sahip olmalısındır yoksa elin oğlu seni evinde barındırmazdır vs vs. Yıllar yılı okuyup da erkek eline muhtaç olmayım diye arkamda olan anacığım hep bu telkinlerde bulunmuştu. Neyse buradan bugünkü halı yıkama maceram ve ardından gelişen çok küçüklük zamanlarımızı hatırlatan küçücük bir anıya bağlanmak istiyorum...

Yaklaşık bir haftadır ev gündeminde olan halı yıkama işi sonunda bu pazartesi işsiz, güçsüz ve üniversite mezunu olan ben, erkek kardeşim ve annem üçlüsüyle halledilecekti en azından ben öyle sanıyordum. Ben bu işin adını eğlenceli olsun diye "Geleneksel Esenyurt Halı Yıkama Olimpiyatları" koydum. Bu arada yıkama öncesi, halı ıslama ve fırça dalında kardeşim altın madalyanın sahibi oldu. Bu ilk etap en kolay etap babam da olsa o da altın madalya alırdı derken 2 saatlik bekletmenin ardından halı yıkama işi üzerime kitlenmişti hakkıyla da yıkamıştım. Tabi ben halıyı yıkamaya başladığım esnada hemen iki sokak yukarımızda oturan babamın amcaoğlu ve eşi gelmişti. Fırsat bu fırsat misafir geldi bahanesiyle babam da semaverde çay demleme kararı aldı. Halı yıkamanın ardından çaya geçildi. Bizim yenge hanım kaynanasından çok çektiydi olay döndü dolaştı simite geldi.(Asıl anlatmak istediğim şey burada başlıyor lafı çok uzattım sanırım)

Simit Tokatlı'lar için mukaddes bir besindir. Birçok Tokatlı erkek büyük şeare(şehire) ilk geldiğinde yaygın bir esnek istihdam biçimi olarak simitçilik kâbilinden işler peşinde koşar. Benim dede bey de öyle yapmış babam hayatının bir kısmını simit satarak geçirmiş hal böyle olunca simit üzerinden değişik anılarımız da oluyor.

Bizim akraba çevresinde tam üç nesil bayat simitlerle büyüdü. Dedemin simitçi oluşundan ötürü kalan simitleri ısıtıp akşam da satamadığı takdirde eve getirirdi. Değişik bir adam dedem 60 yaşına kadar simit sattı 22 yıllık ömrümün önemli bir kısmında simit vardı ve önemliydi. Dedemin getirdiği simitler teyze çocuklarıma, dayı çocuklarıma ve tekmil mahalle çocuklarına nasip olmuştur. Kimi zaman çaya, çorbaya kedi batmaz edilmek suretiyle karnımız doyurulur kimi zaman ekmek aşı yapılırdı. O bayat simitlerle çok kış geçirdik, simitin kokusu hep çocukluğumu hatırlatmıştır. Hani bir de değişik bir kokusu vardır ve odayı doldurur ya hiç unutamıyorum o zamanları. Yıllar yılı simitle karnımı doyurmama rağmen hala da çok severim ama şimdi pastane simiti diye birşey çıkmış kimse kusura bakmasın hiç sahici gelmiyorlar.

Bazen simitlerin arasından açma ya da poğaça çıktığı da olurdu altın bulmuş kadar sevinirdik. Şansı ve lüksü simgelerdi poğaça ve açma tıpkı kremalı büsküvi gibi.

27 Temmuz 2012 Cuma

çıldırmıycam

idealist olmamak lazım şu lanet olası dünyada ( sanki başka dünya var da ) gevşek ve yavşak olmak en güzeli. hayırlı evlat, hayırlı vatandaş, hayırlı kul, hayırlı arkadaş olmak için. idealist olursanız parasız pulsuz kalırsınız, çıldırmak üzeresinizdir hep ancak bir türlü çıldıramazsınız. aklı selim olmak yerine aklı beş karış havaya dikmek lazım gelir.

sevgiler...

KIŞ KIŞ CİNLER

21 Temmuz 2012 Cumartesi

Çin Malı

03:38'de aniden uyandım genelde gece uyanmazdım bölüksüz olurdu uykularım. Telefonuma baktım 2 mesaj vardı cevapladım sonra bilgisayarı açtım ama bu açma olayı çok otomatikti kurulmuş gibi. Sanki uyanır uyanmaz ilk işim bilgisayarı açmakmış gibi. Takıldığım sitelere baktım, maillerime baktım sonra Chopin dinlemeye başladım. Bu arada yine yapmadığım birşeyi yaptım gece yemek yedim, bir terslik vardı çözemedim ama kafa da yormadım. Bana inanılmaz bir hüzün veriyordu zaten bu günler, hüzün günlerimdi...

Birazdan uyurum diye bakınmaya başladım, insanlar ne kadar çoktular, her biri ne kadar özel ve eşsizdi. Her biri bencil birer pislikti ben de öyleydim. Beni sevenleri üzer sevmeyenlerin peşinden giderdim kelimenin tam anlamıyla sıradan biriydim, hepimiz öyleydik.  Ezan okundu bir ara küfredesim geldi o evin kıçının dibindeki cami ve ayarsız imamı çok rahatsız ediyordu beni aynı anda çok yakınlardaki diğer iki caminin imamı da ezan okumaya başladı bet sesleriyle, dinledim dinlemek zorundaydım. Mahallede çığlık atan çocuklara bağırıp susturabilirsin ama o lanet imam duymazdı sesini duysa bile ne düşündüğünün önemi yoktu, kabullenişlere göre hareket ediyordu. Ben de devam ettim.

Gecenin ürperten bir vahşeti yoktu aksine huzur veriyordu gökyüzüne bakarken o an tek isteğimin ne olursa olsun herhangi bir yere gitmek olduğunu anladım. Çözüm değil, doğru olan budur, beriki daha iyidir gibi telkinler duymak istemiyordum. Duvarlara çarpa çarpa, dizlerimi, ağzımı, gözümü kanata kanata yontulsaydım daha çok şey öğrenebilirdim. Ama ben bütün kabullenişlerimle adeta çip vasıtasıyla yüklenmiş hareketlerimle yonttum kendimi ya da çok nizami bir törpü tarafından( ama japon pazarından alınmış değil ).

Saat 05:55 olmuştu bir önceki paragrafı bitirirken aklıma geldi bunlar hepimiz biraz çin malı yaşamıyor muyduk? Çabuk tükenen, çabuk tüketen, mahremi olmayan ve sevgisiz. Ucuz eller tarafından üretilmediğimizi düşünüyorum ama bir terslik var belki de bunu çözersem bir sorun kalmaz. Kabul edilmek istemiyorum ama kimseyi dinlemek de istemiyorum yalnızca kafamı boşaltmalıyım...

Günaydın Türkiye, çin malı bir güne daha günaydın!


20 Temmuz 2012 Cuma

garip

kendini kimsenin yanına yakıştıramıyordu, yalnızlıktan başka hiçbir şey yakışmazdı ona. azametli olmalıydı yalnızlığı, güçlü ve sert bir kabuk gibi sarmalıydı onu ayakta kalabilmenin başka yolu yoktu, olamazdı.

4 Temmuz 2012 Çarşamba

rumeli havası

“Bu, korkunç bir çocukluğun, sefil, bahtsız bir çocukluğun devamıdır.”


Sait Faik Abasıyanık


22 yaşındaydı ve tedirgindi


Sıcak bir çarşamba günüydü, bi haftadır darmadağın olan odasında, yatağının üstünde laptopı kucağına almış dünkü mezuniyet töreninden kalma saçlarıyla pijamalarıyla oturuyordu. Mutsuz değildi, üzgün de değildi herhangi bi duygu hali yoğun değildi yalnızca, yalnız ve işsizdi.
22 yaşındaydı ve tedirgindi, seksi ve çekici gibiydi de ama olmaya da bilirdi( zevkler değişkendir) entellektüel bilgisi fena değildi ancak işsiz ve dolayısıyla parasızdı. Salak bir çarşamba gününde kimileri çalışırken o işsiz ve parasız bir şekilde pinekliyordu evde. Yan odada babası 9 aylık kardeşini seviyordu. Bir an düşündü bu çarşamba çok sinsi ve lanetliydi sanki, ama genç kadın mutsuz değildi yalnızca 22 yaşındaydı ve tedirgindi. Bu sıcak çarşamba gününde bir çok insan çalışırken, tatilde olmayı hayal ediyordu. Ancak 22 yaşındaki genç kadın sırf paraya ihtiyacı olduğu için deli gibi çalışmak istiyordu, tüm kapıların kapalı olmadığını biliyordu ama açık olan kapılarda görünmüyordu, hepsi bu.
Tek istediği yarı zamanlı bir işte çalışmak ve gerizekalı birtakım insanlarla muhattap olmamaktı aslında ikinci kısmı başarıyordu da. Ama ters giden birşeyler vardı ancak anlamıyordu. Gerçekten tek istediği güvencesiz haftada 3-4 gün çalışabileceği sıradan, herhangi bir işti. SSK gibi bir beklentisi de yoktu. Üniversite mezunu olmak, hatta onca iş tecrübesi olmasına rağmen işsiz güçsüz kalmak bir garipti.
22 yaşındaydı ve tedirgindi.