27 Ekim 2013 Pazar

Kasım'a giden bir tuhaf gece

Evimin bütün odalarında sigara içmiştim; sırayla her birini kullanmıştım. Müthiş bir özgürlüktü bu. Ayaklarım yalın dolaşıyordum, üşüryordular üşüdükçe de çorap giymiyordum. Evimin bütün camlarını açmıştım, her tarafını silip halılar sermiştim.

Ben sana bir şeyler yapıyor, ben seni düşünüyor ve senin için senden uzak durmaya çalışıyordum. Hayır bu bir fedakârlık değildi, gurur hiç değildi ben seni giderek sevebiliyordum. İnan sevdanın muhasebesini yapacak, beni şu kadar aradı bu kadar ilgi göstermeliyim diyecek biri değilim. İçimden sıcak ırmaklar aktıkça, buz gibi çöküyordu insanlar yüreğime. Deneme-yanılma, korunma-fayda sağlama çağıydı. Bazen şöyle kocaman bi' SİKTİR GİT diyesim geliyordu, dışarıya göründüğüme inat içim geçkinceydi. Naifliğimden değil, zayıflığımdan bi' türlü o siktiri çekemiyordum.

Sonra gittim çay demledim, kabuk tarcın, iki tomurcuk karanfil, çayın içine de biraz bergamot kattım; fena da olmadı içtim. Üstüne bir de sigara yaktım. Takribi olarak iki haftadır doğru düzgün uyuyamıyor, uyusam dahi en az 3-4 kez kalkıyordum. Üzmezçiçeği arıyordum, fesleğenlerimin adını üzmez koydum. Birkaç gün sonra öldüklerini gördüm. İçim soğudukça çiçeklerim ölüyordu, uyuyamadıkça göz çukurlarım derinleşiyordu. Oysa ben de Pisa kulesini taşıyormuş açılı fotograflar çekip eğlenmek isterdim; sadece susarak özlüyordum ama Ahmet Aslan gibi değil.

Ve sonra saksafon sesiyle karışık bir elektro gitar solosu yükseliyordu.

"Batı ghettolarından doğuya bir çığlık halinde
 çılgın hüzünlü"

Şairleri taklit etmekten çekinmiyor, düzenli olarak intihal yapıyorum. Vallahi sevdiğimden, kendileriyle bir sorunum yok. Gecelerin uzadığı, dertlerin yoğunlaştığı, insanların inandırıcılığını yitirdiği bir tuhaf mevsimdeyiz. Rüzgarlar yağmurla birleşip perdeleri dışarı çekerek ıslatacak, yağmur ve kar birleşip hunharca üstümüze gelecek benim gibi depresif romantikler de bazen donsa bile cıbır ayakla gezmeye devam edecek.

Kimseye samimiyetimi kanıtlayacak gücüm yok anlıyor musun beni?

19 Ekim 2013 Cumartesi

Arayış

yalnız kalmak istememenin türlü, haklı nedenleri vardı. beynime üşüşen düşünceleri kovmak adına insanların arasına karışıyordum. hayatı anlamayı, gereklerini araştırmayı ve mutluluğa erişmeyi çoktan gayelerim arasından çıkarmıştım. insan ne ile yaşarı arıyordum, yaşamaktı amacım; nasıl olduğu önemli değil.

bir yaşamı sürdürülebilir kılmanın ve huzuru tesis etmenin yollarını arıyordum. kimi zaman aşktı adı kimi zaman zihin dinginliği. yılların bindirilmiş kıtalar halinde üstüme gelişi henüz çeyrek asrı görmememe rağmen ciddi derecede hissediliyordu. insanı en çok harap edenin karmaşık duygular ve gri olduğunu henüz anlamıştım. hikayeler kurmaya çabalıyor ve kendimce eğleniyordum yine de yalnızlık kendini hissettirmekten bir nebze olsa bile vazgeçmiyordu. yanımda kalansa şarkıydı, şiirdi, hikayeydi.

13 Ekim 2013 Pazar

donukluğun tiradı

Acının en hafif halindeyim -tiksintiye dönüşen ve zarar vermeyen tarafından- kutsanmış bir acı bu. Akşamın derin seslerini arayacak, bunlara anlam verecek gücüm yok. Ümitsizliğe, yılgınlığa yer yok ama dövüşmeye de tenezzül etmiyorum. Zihnim bir piyanonun üstünde dans edercesine coşkulu biçimlerde eğleniyor. Sözleri ve onların derin manâlarını çözmeye gerek var mı?

Cemal Süreya en çok bu kadar oturabilirdi; "hayat kısa, kuşlar uçuyor". İnsanın kendinden menkul erdemleri yoksa yaşamının da bir derinliği yoktur. Saydam olmayan ancak sanal kabul edilebilecek iç içe geçmiş evrenlerin içindeyim. Nereden geldiğimi ve nereye gittiğimi bilmiyorum ama durmuyor delicesine koşuyorum. Şaşkın ördek gibi gezişimin nedeni belki de budur. Yaşamın bir derin sırrının olduğunu düşünmüyorum; her şey çok düz, çok sığ.

Elbette gülistana doğmadık, gülistanda yaşamadık, gülistanda ölmeyeceğiz ancak neden güllere düşman olalım? Belki de oldurulmaları yeterlidir, kün diyen biri tarafından.