25 Aralık 2016 Pazar

pazar sohbeti niyetine

Sonra neden birden çocukluk arkadaşımın kocaya kaçmadan evvel mahalledeki şişko bakkal Nuri’den çubuk kraker ve jelibon alması geldi aklıma, sene 2014… Uzaklara daldım, daldım.

...

Büyük kardeşimi sünnet olduğu gün, toprak yollu mahallemize dökülen mıcırların asfalt geleceğine delalet olduğuna sevindik. Hatta sünnetin hayırlı bir vesile olduğunu bile düşünmüştü annem. Aşırı duygusal ve komik şeylere bile duygusallaşan birim ben, god damn it.

Tankerlerin peşinden mavi bidonlarla koşuyorduk, su doldurmak için. Şebeke suyu yoktu, trajikomik etkinlikti. Bu rezaletin kendinden ziyade 5 yaşında olduğum zamanlardı ve sabah evden kaçar akşama kadar kaybolur, eve gelince dayak yerdim. O dayağa rağmen nasıl bir mutluluk yaşıyordum anlatamam.

...

Dedem simit sattı yıllarca. Henüz çift basamaklı yaşlarımda değildim. Dedem çuval boyutundaki siyah poşetlerle baya simit getirirdi bize gelirken. Poşetlerin içinden açma ve çatal çıktığında ekstra sevinirdik. Bazen poğaça ve börek bile çıkıyordu. Çılgınlar gibi mutlu olurduk.

...

Eskiden semt pazarında zabıta yoktu. Rahatça su satardık yaz zamanları, “ buz gibi soğuk sudan içen” diye nameli bağırışlarla. Bir yaz teyzemgille pazarlara çıkmıştım. Sebzecinin yanında çalışıp para kazanıyor eve sebze falan getiriyor mutlu oluyordum. Teyzemler kilim satıyorlardı, semt pazarlarında. Semtte o gün pazar yoksa, sokaklarda kırmızı arabayla gezerek satış yapmaya çalışırlardı. Arabanın mikrofonlu, megafonumsu bir zımbırtısı vardı. Bizim mahalleye geldiklerinde arabaya biner, mikrofonu ele geçirmenin yollarını arardım. Elime geçtiğinde çirkin sesimle anlamsız türküler söylerdim bütün mahalleye. Sami eniştem biraz huysuz bir adamdı ama severdi beni. Bazen çocuklarla toplaşır, bütün dünyaya sesimizi duyuruyormuşçasına, mikrofondan şarkılar söylerdik. En sık söylenen türkü “burası muştur, yolu yokuştur”du.


Sene 98 falandı sanırım. Sezai abim ve Atakan abim, bize gelirken muz likörü getirmişlerdi. O akşam içilmişti likörün bir kısmı, bir kısmıysa kalmıştı. Sabah uyandığımda tepeme dikip yuvarlamıştım likörü. İlk sarhoşluk deneyimimdi, hayal meyal hatırlıyorum.


Mahallenin marijinal ailesiydik biraz sanırım. Evimizin duvarlarında Hz. Ali resmi vardı, komşular kim olduğunu biliyorlardı ancak –taciz olsun diye- anneme kim bu adam deden mi falan diye sorarlardı hatırlıyorum. Annem de engin dini bilgileriyle döverdi onları kendince. Bu da ayrı bi  komiklik.

Annemle babam severlerdi birbirlerini o zaman. Sarılırlardı, öperlerdi hatırlıyorum. Bi akşam üstü, annemle babam koltuğa serilmiş televizyon izliyorlar. Biz de çocuklarla kapının önünde oyun oynuyoruz. Neyse su içmek için komşunun kızı Sevcan eve girmiş, o esnada oturma odasında babamı, annemi öperken görmüş. Bütün mahallede bir hafta konuşulmuştu. Aleviler öpüşüyormuş falan. Sanki Sünniler öpüşmüyor ne garip.

...

Akşam akşam ıvır zıvır bir sürü şey geldi aklıma. Gülümsedim. Sonra aklıma sevmek geldi. Birini sevmek incelik istiyor. Küçük bir ağacı, güzel bir şarkıyı, bir bebeği, kardeşini, bir insanı… Sevmek güzel şey, hummalı şey, incelikli… Acı da bir şey galiba. İnsan severken güzel yine de. Sevmek ama tek başına bir şey. Herkes kendince, kendi üslubunca seviyor….