29 Aralık 2011 Perşembe

SİZE BARIŞ DİYORLAR




Ey ölüm terzileri, ev yıkıcılar, sürgün ustaları... Ey bir halkı dizlerinin üstünde görmekten gönenen sahte eşitlik! Ey korkuyu, sevgi sanan aşağılık duygusu! Siyah ve beyaz dışında renk tanımayan alacakaranlık. İki yanında iki süngüyle şımarık cesaret. Konuşmak yerine bağıran özgürlük.

Ey gülerken ısıran iyilik, aşağılayan özveri, cezasız suç. Ey dağları düzlükle ölçmeye kalkan sığlık. Çokluğuna güvenen yanlışlık. Bir suçu, daha büyük bir suçla hafifleten tükeniş. Kendinden korkan öfke. Kan ter uykulara yastık olan taş. Ey başkasının bahçesindeki gergedan. Bir halkın türküsünü odalarda boğacağını sanan sağırlık.

Ey dağları evlerin üstüne yıkan cinnet. Ey narcissus. Kan ve gözyaşı. Yalnız gövdesiyle var olan sevgisizlik. Kendi ışığıyla yanan pervane. En yüce değeri zulüm olan ahlak! Ordularıyla soluk alan haksızlık. Bir halkın onuruna yağan kar.

Size, BARIŞ deniliyor. Artık ölülerimizin ışıksız gözlerinden değil, güneşle yunmuş pencerelerden bakmak istiyoruz dünyaya. Ciğerlerimiz soldu dağlardan kopalı. Evimiz gökyüzüydü sizden önce. Bahçelerimizi yeniden kurmak istiyoruz. Göçersek biz istediğimiz için göçelim. Öleceğimiz yeri biz seçelim.

Siz nasıl kendinizle göneniyorsanız, deniliyor, biz de kendimizle gönenelim. Bu rüzgar bizim türkülerimizi de taşısın. Sokaklarımızdan çekin soğuk gölgelerinizi. Avlularımızda asker görmekten bıktık artık. Bulutların sesini unutturdu uçaklarınız. Çocuklarımızın evlerdeki boşluğu mezar taşlarından büyük. Kadınlarımız külden yataklarda yatmaktan bembeyaz kesildi.

Ölerek değil, yaşayarak çoğalmak istiyoruz. Yoksulluğumuzu özlettiniz bize. Ömrümüz üzerine bizden başka herkes konuşuyor. Sizin kentlerinizin varoşları olmak istemiyoruz. Hapishanelerinizde bizim çocuklarımız var, ama onlar sizin boynunuzda asılı gerçekte.

Hiçbir sevgi tutsaklıkta yeşermez. Eşitlik, özgür ilişki ister. Türkülerimize nefreti karıştırmak istemiyoruz. Biz de kendimizi sevelim, kimliğimize sahip çıkalım, deniliyor. Bizi değil, kendinizi yıkıyorsunuz. Görmüyor musunuz, her gün biraz daha yoksullaşıyorsunuz.

Size, BARIŞ deniliyor. Bizim de kahramanlarımız var. Biz de geleceğe onurla bakmak istiyoruz. Örselersiniz, ama gülü karanfile benzetemezsiniz. Bir halk, deniliyor, ancak başka bir halkla zenginlik ve güzellik kazanır. Kimse kimseyi kendine benzetecek kadar üstün değildir.

Çok değil, bizim size duyduğumuz saygı kadar saygı istiyoruz. Ölüm korkusuyla, yaşama sevincini unutan insan, dünyaya nasıl iyilikler katabilir. Birine korku verenin korkusu daha büyüktür. Hiçbir yanlışlık susarak çözümlenmez. Sizin özgürlüğünüz bizim BARIŞ'ımızdan geçiyor, tutsaklığınızı görmüyor musunuz?

Ey ölüm terzileri, ev yıkıcılar, sürgün ustaları... Ey kardeşliğin süreğen kışı. Bir halkın onuruna yağan kar. Ey bahçemizdeki gergedan. Ey narcissus. Aşağılayan özveri...

Eşitlik zayıflık değil bilgeliktir. İyi olmaktan bu kadar korkmayın. Bir kez olsun sevgiyle bakmayı deneyin dünyaya. Hiçbir halk sonsuza dek efendi, hiçbir halk tutsak olarak yaşayamaz. BARIŞ hepimizi onurlu ve özgür yapacak tek olanaktır. Çıkarın kulaklarınızdan körlüğün tıkaçlarını...

Şükrü Erbaş
(Bir Gün Ölümden Önce, 1996)

diyorlar ;



"seven sevdiğini bulur diyorlar, umudumu kestiğimi yare söyleme"

12 Aralık 2011 Pazartesi

6 Aralık 2011 Salı

4 Aralık 2011 Pazar

evin en karışık yerinden

annemin araköyde sıyırdığı mahlepleri ve para makinası salyangozları, düş yordamıyla elliyorum. bu satırları size şeftali kokulu odamdan yazıyorum. teyzeler, ananeler, teyze kızları, teyze kızlarının çocukları ve mini minnak bir " bulut ", bugün hava çok güzel sevgili okur, yeni bir şeye başlamanın tam havası. tepemdeki raftan el sallayan kitaplar, arkamdaki masada bekleyen "insan kaynakları" ders notları ve bir türlü hocalarını ikna edemediğim mazeret sınavı tarihleri var kafamda. bir yerde temize çekilmeyi beklenen bir konuşma, diğer yanda çalışılacak dersler, bir yanda dinleti notları.

otobüste düşündüklerimi eve gelince nedense unutuyorum. babaların o eve girince baba olması halleri benim eve girince 5 yaşındaki çocuğa dönüşmemle eş değer gibi. çok genç olmanın çok kere vurgulanması, otobüsün rahatsız koltukları ve telefonda gelişen sevgili kavgaları kafamı karıştırıyor. 21 yaşında emekli kadın hayalleri kurup bir köye yerleşmeli düşleri kurmak için çok erken değil çünkü hiçbir zaman emekli olamayacağımı biliyorum.

yalnızlığa o kadar çok alışmak ki bütün sosyal iletim ağlarını kapamak kadar ciddi kararları tetikliyor. ben artık yok olabilirim ya da başka birşey olabilirim. beni ben yapan şeyler yok, beni ben yapan benim. o halde herkese karşı suskun kalmakta ve hiçbir şeyi anlatmamakta diretmek çok yerinde bir karar olur.

ben kimseyle oturup şiir yazmadım.