29 Mart 2011 Salı

klozetin üstünde hayat muhasebesi-II

bana acımayana ben niye acıyacaktım ki? isa'nın söylediği, muhammed'in söyledikleri ve diğerlerinin söyledikleri tamamiyle ahmakçaydı... yardır musa dedim olay çözüldü yanlış anlaşılma olmasın hazreti musa değil bizim musa, hayali arkadaşım piç musa. canımı yakanın canını alacaktım yeni misyonum buydu.

aşk halinde diye başlayan cümlelerin içine sıçayım mı? evet sıçmalıyım bence. cinsel organ içerikli küfürler edecektim lakin bugün canım hiç cinsiyetçi olmak istemiyor. yeri gelmişken kadına bayan, hatun, hanım diyen erkeklerin de alayını toplayıp kaynar kazanlara, yılanlı kuyulara atalım. belki kendi mitlerini yaratan birer yazar olur ve eğlenirler.

estetik anlayışınız, güzellik kavrayışınız, insanlık haliniz içler acısı gençler. insan kompleks bir varlıktır tek taraflı tanımlamayın insanları. bakın sorunlarım bu yazıyı okuyanlarla değil yalnızca milyonlarca insanla sorunlarım var benim yoksa yaşamak için savaşmazdım.

bir dostum dediydi ki yaşlıyla yaşlı, çocukla çocuk olunur da sosyalistle sosyalist, burjuvayla burjuva, kemalistle kemalist, dinciyle dinci olan adamdan korkacaksın. evet korkulur. koşarak uzaklaşın. insan dediğin kompleks bir varlıktır ama dansöz bir varlık değildir.

bir tanrı varsa ve bizi yaşamak savaşının içine atıp, birbirimizi ezerek yaşamda kalmamız gerektiğini söylüyorsa öyle tanrıyı da dinlerini de kurallarını da öpeceğim. bakın rtük kesmesin yayını sikeceğim demedim öpeceğim dedim.

takriben 21 yıldır süren dava hala bir çözüme ulaşamadı ama şu tanrı dediğiniz varlık muhtemelen beni cehenneminin en baş köşesine dikecektir. inadına nanik diyorum sevgili tanrı benim için bir zamanlar güzel bir ihtimaldin ve çok güzeldin. arada sığınmak için aramıyor değilim ama bu kadar fırsat eşitsizliği sunulmaz, kapitalizmden bile daha alçaksın. elini eteğini düzelt, bir çeki düzen ver. bak bak görüyon mu şimşeklerini çıkarttı fırlatacak. hop dedik dur orda kafamı yaracan tanrım. benden daha günahkarlar var bence dön evine.

26 Mart 2011 Cumartesi

pencereden kar geliyor II

gülmüyor, gülemiyordu alışkındı da bu duruma zaten. ayakları, elleri, burnu üşüyordu sanki kar yağıyor! yalnızlık dolusu otobüsler, minibüsler, bitmek bilmeyen yolculuklar ısıtılıp ısıtılıp yenilen ve hazmedilmeyen vedalar bunların hepsi üşümesi için yetiyordu.

dünyaya aşağılanmak, hor görülmek ve sevgisizlikle yoğrulmak için gönderildiğini düşünüyordu. bu sabah otobüste hiçbirşeyi değiştiremeyeceğini anladığında kahrından ölmek istedi o an ve eve geldiğinde matruşkasıyla göz göze geldiği 1 saniyede milyonlarca şey düşündü.

elektrikler gitti. yorganın altına girdi ne uyudu ne ağladı ne düşündü. tıpkı bir masa gibi tıpkı herhangi bir nesne gibi gerek duyulduğunda kullanılmayı bekliyordu. dünyanın nasıl kurtulacağını, öldürülen çocukları, gelecek kaygılarını ve birgün eğer çalışırsa ödeyeceği vergileri düşünmeden yalnızca bir nesne gibi kaskatı kesildi yorganın altında. diyordu ki kendi kendine ' yediklerimiz, içtiklerimiz, öptüklerimiz, sevip sevmediklerimiz ne işe yarıyordu. insan neydi neyle yaşar, neyle ölürdü '.

cevap alamıyordu, ağlayamıyordu üstelik hiçbir türkü de artık fayda etmiyordu. dünyasının iflas ettiği andı, o an. ve düşündü modern avadanlar içinde fırlatılamayan bir ev yapımı molotoftu, daha fazlası değil.

büyük bir mutsuzluk içindeyiz, büyük bir buhran. pencereden kar geliyor cihan, pencereyi kapat.

10 Mart 2011 Perşembe

kar ve caz

kadın yine her zamanki gibi evde birşeylerini unutup dönmüştü yarı yoldan. başka bir otobüse binip evine döndü unuttuğu şeyi alıp tekrar yola koyuldu. giydiği kot pantolon onu rahatsız ediyordu ama hava soğuktu ve onu soğuktan koruyabilecek başka bir pantolonu yoktu. yoksulluktan değildi ama yoktu işte. yavaş yavaş gün içinde aynı sokakları bir daha çiğnedi ve durağa geldi. kar şiddetle yağıyordu kadın otobüs bekliyor ve düşünüyordu. farketti ki her seferinde birşeylerini unutuyordu hep mutlaka birşeyler kalıyordu evde, tıpkı hayatındaki gibi hep birşeyleri eksik kalıyordu.( buradaki hayatındaki kelimesi yerine başka bir kelime bulunamadığı için kullanılmıştır ya da yazar da hep birşeyleri unutuyordur )

kadın gideceği yolları gitti, yürüdü, üşüdü yoruldu. varış noktasına geldiğinde kimsenin orda olmadığını farketti, lanet etti. tam 45 dakika arkadaşının gelmesini bekledi, dondu, üşüdü, sigara yaktı yine üşüdü. halbu ki hemen üst katta girip ısınabileceği bir yer vardı ama gidemedi, çekindi. düşünürken lanet etti yine. sözleşilen saatte gelmeyen insanlardan hoşlanmıyordu. sinirleniyordu neyse ki geçti zamanı. gereksiz ayrıntılar, saçmalamalarla geçti zaman ve gidecekleri yeni adrese doğru yol aldılar. yine beyoğlu geçiyordu hikayede, dönüp dolaşılıp tıkılan bir kürkçü dükkanı gibi. orası mı kürkçü dükkanı yoksa bizler birer tilkiyiz diye düşündü kadın.

o gece yalnızlığı yaşadı, dostluklarını düşündü. büyüklerin dediğine riayet etti gerçekten d e insanın 1 elin parmaklarını geçmeyecek kadar dostu ya olurdu ya olmazdı. işte hepsi buydu.

akşam oldu kadın yine yapması gerekenleri yaptı, şarkılarını söyledi sonra yola çıktı. eski sevgilisinden mesaj gelmişti ' sen gelene kadar ben donarım, ben gelene kadar sen donarsın '. unutmuş gibi yapıyordu onu evet aslında aramıyordu da onu. yokluğu birşey ifade etmiyordu çünkü kadına göre o çok bencildi. otobüse bindi ineceği durağa gelince indi. her taraf kardı, ağır ağır yürüdü karlı yolları. yürürken çıkan gıcırtıları ve sesleri seviyordu mutlu olmuştu. evine vardığında saat gecenin 2sine vuruyordu.

odasına geçti üstünü değiştirdi ve tabi kuzeni vardı yanında. kuzeninin olması ona rahatsızlık veriyordu onu sevmediğinden değil ama rahatsız ediciydi. düşündüklerini süzgeçten geçiremedi, kitap okuyamadı yazı yazamadı. herkes uyuduğunda bir caz şarkısı açtı, camdan baktı kar yağıyordu lapa lapa. bir sigara yaktı, şarkıyı kalbi pençelenmiş bir yaratığın acısıyla dinledi. şarapla bitmesi gereken geceyi sütle kapattı.

yattığında yalnızlığını düşündü ve mesaj atan eski sevgiliyi. sevgiliden kalan anıları, dışarıda yağan karı. yollarda aklına gelen cümleleri, kelimeleri. yazmak isteyip de yazamadığı hikayeleri. hep uzun soluklu niyetle başlayan yazmaların gereksiz ve beğenilmeyen cümlelerle devam edip aniden kesilmesine içleniyordu. kendine kızıyordu ama yine aynısını yaptı. birden tekrar kar geldi aklına fazla melankolikti o gece. umrunda değildi ama yalnızlaşıyordu gittikçe.

fakat yine de güzeldi herşey, kar ve caz kadar romantik. hiç kadar dolu.

5 Mart 2011 Cumartesi

klozetin üstünde hayat muhasebesi

sanırım bir rap şarkısında geçiyordu ' klozetin üstünde hayat muhasebesi ' çok karamsar ve yeraltıcı, çaresiz bir ruh hali olabilir bu ama hayat bazen sıçtıklarımıza eşit olabilir. insan hiçbir derdi yokken derdi varmış gibi davranabilir. şahsen 'derdi yoklar' kitlesinin bir parçası olmak isterdim. bir apaçi gibi hür olabilmeli insan.

resmi ideolojiydi, dindi, devletti, ailenin kutsallığıydı, bakirelik/bakirlik, okul telaşı, gelecek kaygısı, uygun sevgili/eş, düzgün çocuk yetiştirme, vatan sevgisiydi derken bir solukta geçiyor hayatımız farkında mısınız? daha önceki yazdıklarımda geçen siktir içerikli yazıları, ağır küfürleri ve nihilist yaklaşımlı yok saymaları kenara bırakırsak hayat bazen bize girenlerin tümü olarak da tarif edilebilir.


bayrampaşa'dan geçtin mi bilmiyorum ama ben oradaki çığlıkları hala duyabiliyorum. hatta belki de bir çığlık ben ekliyorum. sırrı süreyya önder muhteviyatlı ve charles manson nefretinde bir babam olsun çok isterdim.

yatmadan önceki hayat muhasebelerimi bu yolla yapıyorum hem oldukça da paylaşımcı oluyor. uykunun da bir nevi bokunun üstüne oturma durumu olduğunu da kabul edersek başlıkla sonuç uyumlu olacaktır.
iyi geceler, opt.,bye

3 Mart 2011 Perşembe

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü


Bütün kadınların 8 Mart'ı şimdiden kutlu olsun! 21. Yüzyılda 'çalışmak kadını özgürleştirir mi?' sorusunu sormamız gerekiyor. Patrialkal sistemde kadınlara biçilen rol nedir? Kadının yeri ev midir? Kadın çalışmalı mıdır? Bunları sorgulamamız toplumun temel yapısını oluşturan ailenin dinamosu olan Kadın için ileri bir adım niteliği taşımaktadır. Evde kocaya, işyerinde işverene, babaocağında babaya, abiye 'borçlu' sayılan kadının yeri neresidir? Kadın nedir, ne olmalıdır?

Herşey bir tarafa kadına giydirilen 'cinsellik' kadını sex objesi mi kılar? Kadının doğurganlığı başlı başına bir yeniden üretimci olduğunun bariz göstergesidir. Fakat doğurganlığı ona mecburiyet olarak dayatmak sağlıklı değildir. Sıkıntı duyduğumuz ve birçok emekçinin, alt gelir grubunun canını yakan kapitalizm kadının ve kadın emeğinin özgürleşmesiyle çözülebilir. Fakat yine toplum içinde kadını konumlandırırken nedense hep ikinci planda yer veriliyor.

Kadın ev içi alanda da yeniden üretici konumundadır. Fakat devletlerin bu konuda kadına güvence sağlayan bir girişimi, kanunu ya da projesi bulunmamaktır, varsa bile yetersiz kalmaktadır. Çalışma yaşamına atılan kadının yükü daha da artmakta bir de çocukları varsa vay haline!

Tüm bunlar yetmiyormuş gibi kadına yönelik cinsel, bedensel ve psikolojik şiddet. Küçük yaşta ev kadınlığı görevini üstlenme, 'evinin kadını, çocuklarının anası ' olma misyonu kadını ezmiş ve aile içinde kadını bir başka açıyla da yalnızlaştırmıştır.

Kadın'ın ' sokakta hanımefendi, mutfakta aşçı, yatakta orospu olanı' değil! İsyan edeni makbuldür!

Tüm bu soruların ve sorunların çözüm bulacağı bir dünya ümidiyle tekrar tüm kadınlarımızın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlu olsun!



Tarihçe

8 Mart 1857 tarihinde New York'ta 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. Ancak polis işçilere saldırarak onları fabrikaya kitledi. Bunun ardından çıkan yangında işçiler fabrika önündeki barikatlar nedeniyle yangından kaçamadılar ve çoğu kadın olmak üzere 129 işçi can verdi.

1910 tarihinde Kopenhag'ta 2.Enternasyonale bağlı kadınların toplantısında Clara Zetkin'in önerisiyle 8 Mart 1857'deki yangında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü olarak oybirliğiyle kabul edildi. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı yılları arasında bazı ülkelerde anılması yasaklanan Dünya Emekçi Kadınlar günü 1960'ların sonunda ABD'de de anılmaya başlanmasıyla daha güçlü bir şekilde gündeme geldi. BM Genel Kurulu 16 Aralık 1977'de 8 Mart'ın Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak anılmasını kabul etti.

Türkiye'de ilk kez 1921 yılında kutlanmaya başlandı. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi'nden sonra dört yıl boyunca kutlama yapılamadı. 1984'ten itibaren her yıl kutlanmaya başlandı.


İlk Kadın Mizah Dergisi

8 Mart’ta dünyanın ilk kadın mizah dergisi yayın hayatına başlıyor. “Bayan Yanı” ismiyle çıkacak olan dergiyi hazırlamak için LeMan’ın kadın yazar-çizerleri kolları sıvadı. Derginin erkek çizerleri kenara çekildi ve LeMan’ın 8 Mart’a denk gelen bu haftaki sayısını çıkarmama kararı aldı.

Kötü kız, Ezik Hanım, Eşi Nadide, Tüpçü, Yaşam Koçu Afet Abla, Tuğçe gibi ünlü çizgi kahramanların yanı sıra Sıdıka’ da “Bayan Yanı”yla sıkı bir dönüş yapıyor.
Ramize Erer, Feyhan Güver, İpek Özsüslü, Gülay Batur, Andaç Gürsoy, Aslı Perker, Nurgül Kaan, Melda Okur, Duygu Sarı, Raziye İçoğlu, Meral Onat gibi isimlerin yer aldığı 20 kadın yazar-çizeri Bayan Yanı bir araya getirmiş.

tırnak izli münakaşa

tuvalette sigara içen insanlardan hep tiksindim bir de bardağın içinde sigara söndüren tiplerden. kurumlar vergisi beni ne kadar ilgilendiriyorsa o insanlar da o kadar ilgilendiriyordu.

kısa bir zaman önce asi kızları asmışlar, derilerini soymuşlar ve onlardan birer lüks çanta yapmışlardı. işte o zaman tanrıya ve onun kurallarına inanmaktan vazgeçmiştim. hem varsa bile bu kadar adaletsiz oluşundan ötürü onu affedemez ve ona biat edemezdim. hiç kusura bakmasın!

mart ayında yalnız gezen kediler kadar hüzünlü ve sancılı insanlar görüyorum. insanlara sesleniyorum ' sizin o sıçılmış dünyanız tam anlamıyla bir et pazarı!' kendinizi sergilemek ve pazarlamaktan başka yaptığınız hiçbir bok yok. bazı dangalak yazarlar, iyi bir yazar hikayeleri 3. kişi gözünden anlatabilendir demiş. kesin sesinizi lanet olası şekilci pislikler! en iyi yazar benim çünkü beni benden daha iyi hiçbir 3. kişi anlatamaz.

' ah benim kocaman sevgilim! seni seviyorum fakat ayaklarına kapanmamı bekliyorsan yanılıyorsun şimdi siktirolup gidebilirsin! çöp vergisi kadar kıymetin yok artık gözümde.düşümdeki adama benzemen canımı yaktığın sürece hiçbir anlam ifade etmiyor şimdi boynu bükükleri oynayabilirsin. '

dedi kadın ve birkaç tırnak izi bırakıp çekip gitti.

adam duyduklarına tepki vermedi, sokağa fırlattı kendini. ilk defa gece dışarda kalan adam, bulvar itlerinin olduğu köşeyi geçtikten sonra yığıldı. kalbi ilk çıktığı andaki gibi heyecanla atmıyordu kalbinin varolduğunu hissetti. ellerinin basit birer alet olmadığını ve beyin kıvrımlarının düşünmeye yaradığını farketti. mutlu olduğunu farketti, bir çığlık attı. uyandı, hayata döndü. kadını aradı, evine gitti, kadını ağzından öptü.

gerçeği gördü.

2 Mart 2011 Çarşamba

içten içe mektup

ekmek, çay ve zeytin kadar güzel olmasını istiyordum hayatın. basit ve leziz. kahvaltılarımı 12de yapmak ağır geliyordu artık değişmeliydi diyordum hayatım. sen yoksun diye ben bütün bu sokaklara küsmüş hiçbirini görmek istemez olmuştum. dün çıktım hepsiyle barıştım, otobüsleri talan ettim yine, fikrimi boşalttım seni düşündüm, unutmuş gibi yaptım.

'ben işemedim, miki işedi' şeklinde yalanlar söylemek istiyordum ve çocukluğu özlemenin hoş düşlere dalmaktan başka bir uğraş olmadığını da biliyordum. bir çay demledim, ilk defa şekersiz içtim bir sigara yaktım yetmedi üstüne bir tane daha yaktım. sorun değildi artık basit şeyler. bilirsin bazen o kadar dara düşersin ki herşeyi boşverip susmayı yeğlersin. insanlar yoruyor beni anlaşılmamak için birçok neden var.

'sahi sen ölünce bilyeler ne olacak' diye ölümün manasını bilmeyecek kadar çocuk soruları sorsaydın temiz olduğunu düşünebilirdim. biliyordun sen birçok şeyi, büyümüştün ve koca bir kadın olmuştun. kapitalizmden nefret ettiğini bildiğim gibi kendini sevmediğini de biliyordum. ağır sanayi işçisi gibi uyuşuk bir kafayla saatlerce gezdiğini, gezmelerin ardından odana kapanıp günlerce çıkmadığını, çok ağladığını ve çok türkü dinlediğini de biliyordum. ama ses çıkarmadım sen hala büyüyordun. öldürmeyen acılar güçlendiriyordu ama saflığın da gidiyordu.

geçen sene 'katil doğanlar' filmini izleyip seri katil olmayı düşünmüştün ama önümüz ilkbahardı, yazdı ve sen bu güzel mevsimleri mahpusta geçirecek kadar salak değildin, vazgeçtin. onun yerine düşüncelerini öldürdün, lanet olası bir dağıtım arabasının içine kendini tıkayıp saatlerce veri girişi yaptın. beyin damarlarının kendine ait olduğunu anladığında çoktan yaz bitmişti sen yine öldün.

ben bu bahar belki yine aşık olurum. çok istedim bu kış kar yağmasını yine beni hayal kırıklığına uğrattı çakal yağmadı. belki seninle kartopu savaşı yapabilirdik, bir içten bir hiçe atılan toplarla.aslında kar yağmadığı iyi oldu yoksa ben o topların içine taş yerleştirip, yüzünü kan içinde bırakabilirdim.

en içten sevgilerimle

Lümpen Kroleter