21 Aralık 2012 Cuma

baba


Ben küçükken babamı çok severdim, dünyanın en büyük adamıydı, allahı bilmezden allahtı, bana getirdiği matbaa kağıdına sarılı oyuncak bebeğin hatrı hiç mi hiç gitmeyecek, eksilmeyecek… Onun emeklerini ödeyemem martavalları okuyacak değilim elbette ki babadır doğurdu büyütecek. Beni asıl ilgilendiren ve kimseye anlatamadığım ve asla tam anlamıyla ifade edemeyeceğim kısmı ondan nefret ettiğim kadar onu çok seviyor oluşumdur.

Ben büyüdükçe babamın o mutlak hakimiyeti, içimi kaplayışı, ruhumu sarışı siliniyordu. Gittikçe güçsüz, yorgun ve kalbi taşlaşmış bir adamla tanışıyordum. Bu adam benim en değerlim, hayatımdaki en büyük insanımdı. Ona yaklaşmaya korkuyordum ama bu korkuya rağmen muhteşem bir de sevgi besliyordum inanın bunu anlatması o kadar güç ki. Mesela bir gece ranzamda uyurken birden burnumda bir öpücük hissetmiştim, mahsus gözlerimi açmamış ve gitmesini beklemiştim. İstediğim zaman sarılıp öpemediğim, bana sarılmayan ama beni sevdiğini bildiğim adam tüm masumiyeti ve sevgisiyle burnumdan öpmüştü. Aman tanrım bu nasıl büyük bir mutluluktu anlatamam. Sonra ben küçükken, çok küçükken “Süper Baba” dizisi vardı ve onun o hiçbir zaman canımı sıkmayan melodisinde o küçük halimle defalarca ağladığımı hatırlarım. Ağlamamın sebebi bana bu kadar yakınken bir o kadar da uzak olan babama özlemimdi. Topkapı’daki işyerine Esenyurt’tan 16 sene gidip gelen bu adamdı, bel fıtıklarına, ağrılarına, yüreğindeki yaralara rağmen asla bizi gözünden ayırmayan bu adamdı. Her kadının babasıyla ilgili çok güzel düşleri, anıları ve nice şeyleri vardır. O kadar doğaldır aslında ama ifade etmesi güçtür. Her ne kadar bana İstanbul hikayeleri, balıklı bir dünya vermemiş olsa da 2 yaşındayken beni Veliefendi’de kaybedişi, 5 yaşındayken aldığı deniz subayı elbisesi, şu matbaa kağıdına sarılı bebekler, bayram önceleri Sümerbank’a götürüp kardeşimle beni giydirişi hatrımdan asla silinmeyecek güzel hikayeler.

Sevgisiz geçen bir çocukluğun, itilmenin, kakılmanın, çalışmanın ve daha birçok şeyin gölgesinde kalmış bir çocuğun, bir adamın ve en önemlisi eskide kalmış, sevgiyi özlemiş kocaman yürekli bir babanın kızıyım. Onun tüm kabalıklarına, ruhumu incitmesine ve hatta beni defalarca dövmesine rağmen hatta ondan nefret etmeme rağmen onu çok seviyorum. Kulağıma fısıldadığı ninnileri, hikayeleri ve kış günleri mahsus salonda uyuduğumda beni kucağında taşıyışlarını hatırlar da onu nasıl sevmeyebilirim. Mümkün mü? Her ne kadar son tartışmamızda onu sevmeme izin bile vermediğini suratına haykırıp ona kızsam da, kalbimi incitmiş olsa da, bakışlarında yer yer gördüğüm nefreti hatırlasam da aksini yapamıyorum, olmuyor.

Toplumsal normları, onları eleştirmeyi bir yana koyamasam da anlamlandıramadığım bir şekilde onu seviyorum hala…



16 Aralık 2012 Pazar

Sabahın seherinde geceyi düşlemek

Akşamın serin köşesine
kısacık iliştiler. (Hünerli
bir sevgiyle kadın, avucunu
öptüğü erkeğin dalgın
yüzüne doğru, incecik gülümsedi.)

..Derken, kuşları ürküten
telaşla kalktılar, meydan
kendini topluyordu, sana
akşamı anlattım, gördüm
deyip sustun, sevindim.

Sina Akyol




14 Aralık 2012 Cuma

Osurtan Melankoli


OSURTAN MELANKOLİ

odamda yalnızım,
kış,
soğuk,
ayaklarım üşüyor.


Bir düş kuruyorum
kurarken de dalıyorum
Osuruk sesleri yalnızlığıma back vokal
Yorganımın içi
sanki ülkücü lokal

yalnızlığım bir kara delik
osurdukça kayboluyorum
yorganı havalandırıyorum
ansızın keskin
bir koku beni cezbeden

annem/babam kapıyı çalıyor
açmaya korkuyorum,
kokulu bir tedirginlikte mahkumum
uykularım kaçıyor,
kabuslar görüyorum
ansızın annem/babam kapıyı açıyor
yalnızlık
kokusundan ürküyorum

ve o koku beni ele geçiriyor
burnuma prangalar takıyor
hayat
gecenin karanlığında
bir sıkıntı içimde
işte bir pırt daha geliyor
derinlerden

bu pırtlamalar ki
gelecek fırtınanın habercisi
akşam yenilen pancarın hediyesi
lirikal kütürtülere dönüşüyorlar
zamanla
zeki demirkubuz filminde
yeri olmayan sirenler gibi

Engin Şimşek'le beraber yazdığımız güzide eser...

9 Aralık 2012 Pazar

değdirip geçiyor hayat

Herşey geçiyor, tüm acılar, tüm sevinçler, tüm umutlar sabit kalansa hayattan zevk almayışımız, bir durağanlığın kucağından kalkamayışımız daha argo haliyle sıçışlarımız. Şu küçücük yürekten ne acılar geçiyor, ne sevdalar, ne umutlar fakat onlar da her şey gibi bitiyor. Demek ki insan olmaktan yokluğa, bitmeye doğru bir yolculuk halinde.

Eminim bana bu satırları yazdıran acılar da geçip gidecek belki beş sene sonra dönüp bu hallerime güler de geçerim. Ama hayat da geçmiyor mu? Yaşanacak, biriktirilecek onca güzel anı varken niçin hep acı anılar yükleniyor insanın belleğine, yüreğine... Bir insan ölmeyi niçin ister, niçin bu kadar arzular; umut üretecek gücü kalmamışsa. Peki onlarca insan bu kadar debelenirken hayatın içinde o diğerleri, o öteki olanlar neden hep mutsuz? Nerde bu hayatın gerçeği, nerde kaybettiklerimiz, kaybedeceklerimiz ve niçin hep biz kaybedecekmişiz?

Çok basit hayatın acımasızlığı, insanların yüreksizliği, kadir kıymet bilmezliği her gün daha fazla yaralıyor beni. Ve bu öyle bir hal alıyor ki acıdan başka birşey hissedemez oluyor, yığılıp kalıyorum. İşte umutsuzluk böyle birşey. İşte insanın kendine yabancılaşması böyle birşey ne zaman çırılçıplak kendimiz olabileceğiz? Bilmiyorum.

Önündeki dünya daha karanlık olmayacak mı?


3 Aralık 2012 Pazartesi

bad tripler, kafalar kafalar

 Türksan durağında otobüs bekliyorum ne ihtiyari ne gayri ihtiyari ne menapozlu gibi ne orta yaş bunalımında salak saçma komik bi şekilde. Lacivert pançom arada rüzgarla savruluyor ayağımda bez ayakkabılar, kafamda deli sorular... Sağ tarafı bozuk kulaklığımla orta hüzünde hafif isyankar şarkılar dinleyerek bad triplere giriyorum. Arada kulaklığın sağ tarafından ses geliyor o pozisyonu tekrar yakalamaya ve tekrar çalmasını sağlamaya çabalıyorum olmuyor. Derken 147 geliyor ayakta kalma derdine tekrar merhaba...


1 Aralık 2012 Cumartesi

Eskide Kalmak

İnsan kendini bazen eskide kalmış hissediyor, sanki asırlar geçmiş, bu asırlar geçerken zamanında kuytu bi köşesinde asılı kalıp dondurulmuş sonra çözülüp bugüne salınmış gibi. İnsan
büyüyor ama o büyürken dağlar, taşlar, tepeler büyümüyor daha da küçülüyor ve farkediyorum ki hiç mi hiç yorulmuyorum onları küçültürken. Onları küçültürken nasıl da umarsızım, nasıl da
zevkleniyorum ev yapımı inek sütünden yoğurdu yerken. İnsan bazen aldırmaz oluyor  geçmişten geleceğe mektup gibi yalnızca nesne olup kalıyor işlevinin farkında olmadan.

Firüzköy yolundan geçerken etrafı saran kekik kokusu, yaylaya çıkmışım hissi uyandırdı hoş hülyalara daldım. Çocukluğumun ceviz bahçelerine, kalosun tarlasına, değirmen yanına, ağıl yanına doğru hoş bir yolculuğa çıktım. Oysa içinde bulunduğum o minibüs, yabancılaştığım o insanlar gerçekti bense mutlu anları gelecekte aramak yerine düne bakıp duruyordum. İşte bu yüzden insan bazen zamanın kenarına saklanmış, dondurulmuş gibi hissediyor kendini. Farkettim ki küçük mutluluklar gülümsetiyor insanı ya da hayata anlam yüklemek küçük anılarla mümkün olabiliyor. Gecenin 12sinde sokakta yürüyor olabilmek, sokaktaki köpekle kediyle "benden korkma" diye konuşmak ve en çok da eve geldiğimde babamdan yiyeceğim lafları bile bile bunu yapmak beni mutlu ediyordu. Bomboş bir sokakta, sokak lambalarıyla, sokak köpekleriyle ve hafif esen rüzgarla güzel bir Kasım sonuydu bu, insan büyüyordu ama bazı şeyler değişmiyordu babadan yenilen fırçalar gibi.

Florya'da eski salaş bir balık restoranında çalan cümbüşle başlamıştı herşey. Her şarkı aşka lanet okuyor, aşkı seviyor, senede bir gün diyor ve çocuk rüyalarına daldırıyor insanı. Yorulduğumuz halde, yorulacağımızı bildiğimiz halde inatla daha çok yoruluyorduk, aslında başka da birşey yoktu. İnsan bazen herşeyi savurup gitmek istiyor, bir yelle bütün dünyayı değiştirmek istiyor, düşlere dalıyor sonra dönüp dolaşacağı yer aynı oluyor. İnsan bir halden başka bir hale mühürlü bir mektup gibi teslim oluyor. İnsan dört yaşında yediği şemsiye çikolatayı, babasının temiz beyaz kağıda sardığı oyuncak bebeği, annesinin kızarttığı patatesleri ve yine en çok da annesinin bütün kötülüklerden yavrusunu esirgemesini özlüyor. Yani kısaca bugünden yarına akıyor...






"Kekik kokusu duydum
Kekik kokusu koynunda huysuz gecenin
Uyandım birdenbire
Haydi dedim yüreğim gidelim bu şehirden
Bu şehir koparmak istiyor beni özlemlerimden
Yorgunum;
Çünkü yorgunluğumun yaşamak gibi bir anlamı var
Yine de yaşamaktan duyduğum mutluluğun tadına
Düşmanlarım ulaşamazlar..."*


*nihat behram şiiridir...