30 Eylül 2011 Cuma

Son birkaç haftanın birikimi..

Yüce TÜRK milletinin mutabık olduğu tek konu Kürt Meselesi. Kürt dendiği anda terörist kelimesi hemen ağızdan çıkıyor. CHP'si MHP'si AKP'si ya da diğer herhangi bir sistem partisi ve onun yandaşları ağız birliği yapıyor. Çok iki yüzlüsünüz çok. Barış isteyen insanlara terörist diyebilecek kadar adi insanlarsınız. Daha gitmediğiniz, adım atmadığınız, terör dediğiniz mesele olmasa dahi uğramayacağınız topraklar hakkında çok rahat ahkam kesiyorsunuz. Milliyetçilik o yüzden çok lanet ve pislik bir illet.

Devlet dediğiniz aygıt, vatandaşlarının refahını, can ve mal güvenliğini sağlamayı güvence altına alan bir aygıt olması gerekirken bugün devletler, vatandaşlarını öldürüyor. İnsan hakları evrensel beyannamesinde bahsedilen en doğal olan yaşama hakkınız hergün gaspediliyor. Devlet geliyor bu köyü boşaltacaksın diyor bir anda çulsuz ve yersiz kalıyorsunuz, yıllar yılı sürüyor bu bir taraftan feodalizm var, dinin etkisi var ne yapacağınızı şaşırıyorsunuz. Şehre geliyorsunuz şehirli değilsiniz, köye gidemiyorsunuz çünkü boşaltılmış. Zorla dağa çıkmaya itiliyorsunuz çünkü legal yollarla yaptığınız bütün hak arama mücadeleleriniz boşa gidiyor.

İnanç özgürlüğü diyorsunuz, hem TC'de hem Osmanlı'da katlediliyorsunuz. Osmanlı döneminde her yeni padişahla beraber yeni bir Alevi kıyımı yaşanıyor, direniyorsunuz. TC geliyor aynı inancı paylaştığınız insanlar 1938'de katlediliyor. Ve bu Aleviler tarafından o kadar kabul ediliyor ki ama o dersimdekiler kürttü, hak etmese atatürk bunu yapmazdı deniliyor Aleviler tarafından. Hükümet değişiyor Aleviler'e o laikliğin sunduğu inanç özgürlüğü hiçbir zaman tanınmıyor. Sünni yapılı TC devleti Allah'la aranıza kendisini sokuyor. Hayır diyor inandığınız öyle değil böyle. Peki sünniler kendi inançlarını özgürce yaşayabiliyor mu? Hayır. Sistem ve devlet kendi müslümanını, kendi Kürt'ünü, Türk'ünü öyle güzel dayatmış ki ne olduğunu anlamadan özünden kopmuş bir inanç sistemi sanki sizinmiş gibi size kabul ettiriliyor.

Bütün bunları toplayın, içine bir de Alevi-Sünni çatışmasını, Kürt-Türk çatışmasını, geçim sıkıntısını, işçi sınıfının içindeki rekabeti ve diğer bütün zorlukları ekleyin iş içinden çıkılmaz bir hal alıyor.

Birileri çıkıyor daha adım basmadıkları topraklar hakkında ahkam kesiyor, bir halktan nefret ediyor ve lanetliyor. Birileri çıkıyor daha kendi inancına sahip çıkamazken başka inançtakini lanetliyor. Devlet geliyor herkesi birbirine katıyor. Deniz Feneri suçluları ortadayken birşey yapılmıyor, Nedim Şener-Ahmet Şık içeriden bir türlü çıkamıyor. Mehmet Ağır komik senelerle hüküm giyiyor, öğrenciler parasız eğitimi savundukları için içeriden çıkamıyor. O nefret ettiğiniz Kürtler birleşiyor, meclise milletvekili sokmaya çabalıyor, önü kapatılıyor. Alevi çalıştayı yapılıyor, Alevi inancı yok sayılıyor. Süryani diye birileri dışlanıyor. HES'lere karşı çıktığı için insanlar eşkıya oluyor, haydut oluyor. İnanç özgürlüğü diyorsunuz ateist diye ve bunu karikatürize ettiği için hapis isteniyor, çevirdiği kitap için içeri alınıyor bu memlekette insanlar.

Ben PKK'li değilim bunu da burda vurguluyayım. Barış taraftarı bir insanım ve savaşın kaynağını da sistemin kendisi olarak görüyor, devletin de bu konuda bir aracı aygıt olduğunu düşünüyorum. Ben ölen insanlar için hakiketen çok üzülüyorum. Gerillası ölünce de, askeri ölünce de, sivili ölünce de içim cız ediyor. Kimseye karşı kimseyi savunmuyorum üzüldüğüm ve sizin yanıldığınız nokta şu düşmanın kim olduğunu seçemiyorsunuz. Asıl bölücünün farkında değilsiniz, yazık.

Ve birçoğunuz hala o hiç uğramadığınız topraklar, o hiç bilmediğiniz inançlar üzerinden konuşuyor ahkam kesiyorsunuz. O hep birleştiğiniz Kürt Meselesi'nin ardından, solcu geçinen acuzeler %50'yi ahmaklıkla, gerizekalılıkla suçluyor, o %50 bu ülkeyi size dar edeceğiz diyor. Sonunda ne kalıyor? Birbirini yiyen bir açlar ordusu. Acınılacak durumdayız insanlık olarak.
İnsanlık öldü, gerçekten öldü.

Hepimizin başı sağolsun.

21 Eylül 2011 Çarşamba

yağmur yağdığında

yağmur geldi ya mutlaka birşeyler yazmam gerekir. iyi ya da kötü. beğenilsin diye değil de arzı hal için yazarım ben, öylesine yani ama ölesiye...

ne zaman yağmur yağsa eteğimdeki taşları dökerim bir bir, göz yaşlarım dökülür tane tane, hüzünlü şarkılar söylenir odamda yalnızlıklara dair. insan dediğin mahluk hiçbir zaman tüm yaşantısında mutlu olamayacaktır bunu bilir. belki de yaşamak küçük mutluluklar içindir nerden bilebiliriz ki?

ne zaman yağmur yağsa çay demlerim ben sigaramı da katık ederim yanına. aslına bakarsan sigara şiirsel olsun diye kullanılan imgelerin başında gelir ama bana hırpani ve hüzünlü geliyor. sigara kalsın bir köşede.

bugün yağmur yağdığında birşeyler değişmişti, adını koyamasam da değiştiği çok açıktı. ilk defa toprağın kokusu tütmedi burnumda, köpekler yalnızlıktan havlamadı, çocuklar yağmur eşliğinde oynamadı sokakta, bizim bahçedeki ağaçlardan başka ağaç mutlu olamadı çünkü ağaç kalmamıştı , köpekler kalmamıştı, toprağa dair hiçbir yer kalmamış, ağaçları bir bir katletmişlerdi, çocuklar betonlara tıkıştırılmıştı. hiç olmadığı kadar yaralayıcıydı yağmur hiç bu kadar usul fakat acımasız yağmamıştı. çünkü bahçelerimizi ve kaldırımlarımızı çalmıştı imar müdürlüğü.

bugün yağmur yağdığında farkettim ki çocukluğuma dair herşey gitmişti. demin dedim ya çocuklar yağmur altına çıkmıyordu. kimse yağmur tanelerini yutmak için dilini çıkarmıyor, yağmur toplamak için avuçlarını açmıyordu. bu sefer eylül'ün tadı yoktu. çocukluğuma dair herşey gitmişti... çünkü herkes burayı terketmişti. yolda ıslanırken farkettim ki bu sefer Olgun yoktu, Cüneyt bile gitmişti. Gül de evvelki yıl terketmiş, kırgın olduğum ve ismini vermek istemediğim bir dostum da çekip gitmişti. herkes buraları terkederken, herkes Esenyurt'tan kaçarken ben hep burda kalmıştım.

giderek içine gömüldüğüm odamda bütün yol yorgunluklarına rağmen güçlüydüm. burası benim sığınağımdı. yeniden yaratmaya, defalarca koşmaya, tüm mutsuzluk ve hayal kırıklıklarına rağmen tekrar aynı şeyleri yaşamaya gücüm vardı. çünkü ben Esenyurt'u terketmedim hiç. bazen küstük, bazen heryere uzak diye ona çok kızdım, onu defalarca terketmek istedim; kimi zaman cesaret edemedim kimi zaman olanaklar el vermedi ve ben hep burda kaldım. ama onu hiç bu kadar bozulmuş ve örselenmiş bulmamıştım.

büyümekten midir gerçekten bilmiyorum, sanki hayat hep tek başınalıkmış gibi geliyor. kralcıklar, iktidar mücadeleleri, tepinen filler ve ezilen çimler hepsi birleşiyordu. üstüne bir sancılı doğum, gelecek kaygılarım ve toyluğum ekleniyordu. kendimi temize çıkarmak adına söylemiyorum ama ben hep iyi niyetli bir insan olduğumu sanıyorum. ve fakat kaybetmek değil de kötü sonuçlar elde ediyorum.

biliyorum hepsi, herşey gitti ve belki de bir daha gelmeyecekler. ben ne zaman terkederim buraları bilmiyorum. ama şunu söyleyebilirim ben vedalardan çok korkuyorum.

14 Eylül 2011 Çarşamba

öyle halsizim ki sorma




Bir gece habersiz bize gel
Merdivenler gıcırdamasın,
Öyle yorgunum ki hiç sorma
Sen halimden anlarsın.

Sabahlara kadar oturup konuşalım
Kimse duymasın.
Mavi bir gökyüzümüz olsun, kanatlarımız
Dokunarak uçalım.

İnsanlardan buz gibi soğudum,
İşte yalnız sen varsın.
Öyle halsizim ki hiç sorma
Anlarsın.

Cahit Külebi

2 Eylül 2011 Cuma

Kadına Şiddet ve Zekiye

Esenyurt'taki yüzlerce, Türkiye'deki binlerce ve hatta on binlerce kadından biriydi Zekiye. Kocasından dayak yiyordu acımasızca, demirden borularla dövülüyordu. Dayağa doymamaktan değil de "namus" nedeniyle boşayıp kurtulamıyordu eşi olacak heriften. Kendine göre de bir bahane uydurmuştu " çocuklarım "... Oysa kocası ne çocuklarına sahip çıkıyor, ne eve sahip çıkıyor ne de başka birşey yapıyordu. Çalıştığıyla alkol alıyor, kadınlarla düşüp kalkıyordu.

Zaten asıl çelişkide burda değil miydi? Bir kadının başka bir kadın için ezilmesi ve kadınların bu "üstün güç" altında kendilerini var olmuş sanmaları. Türkiye'de kadına yönelik şiddetin büyük bir kısmı aldatılan kadınların tahammüllerinin azalarak tepki vermesiyle birlikte artıyor. Yani hem suçlu hem güçlü meselesi...

Hiç şansı olmamıştı Zekiye'nin. Evlatlık olarak büyümüş hep boynu da bükük kalmıştı. Türkiye gibi bir ülkede kadın olarak doğmak bütün kadınların en büyük şanssızlığı değil midir zaten? Ne güvenilecek bir devlet var, ne saklanılacak bir kapı. Üstelik bu kadar aşağılanmaya ve hor görülmeye rağmen utananın kadın olması garip değil mi? Hiç garip değil, erkek egemen ve faşist bir hükümet ve hatta muhalefet varken neye şaşırabiliriz ki? Dayağa, sopaya, aşağılanmaya, aldatılmaya o kadar kanıksadık ki insan olduğumuzu unuttuk. Birileri hala mecliste kelle hesabıyla toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak için çalışadursun.

Sizlere de garip gelmiyor mu, her geçen sene kadına yönelik şiddet ve aşağılanmanın artıyor olması. Ne zaman ağzı açılsa "sözün bittiği yer" diyen başbakan, kadınların " şiddetin bittiği, ölümün başladığı yerde" olduğunu görmüyor mu ?

Biz gelelim Zekiye'ye, bir evin hem kadını hem erkeği üstelik çalışıyor da. Bu kadar güçlü bir kadınken nedir onu bu işkencelere razı getiren hiç düşündünüz mü? Çoğumuzun gazetelerde hemen hergün okuduğu, varoş mahallelerde oturanların hergün gördüğü bu olaylar vicdanlarımızı rahatsız etmiyor mu? Üstelik kadına yönelik şiddet kronik bir hal almışken devlet neden etkili girişimlerde bulunmuyor? Diğer konularda olduğu gibi bu konuda da dişe dokunur birşey yapmasını beklemek iyimser yanımızın ağır bastığı zamanlarda gerçekleşiyor. Zaten kadın meselesi de derinlikli ve yılların biriktirdiği bir mesele. Sosyal, kültürel, ekonomik alan tamamiyle erkek egemenliği üzerinden tanımlı.

Bayramın ilk günü Zekiye'nin evine gittim, kapıyı açtı, gördüm ki kolunu sargıya almışlar. Şiddet gördüğü gece geldiğinde -nedendir bilinmez- birşey söyleyemiyordu. Çekip gidemeyeceğini kabullenmiş, yine eve döneceğini biliyordu belki de. Nasılsın iyi misin dedim, mutsuz bir surat ifadesiyle karşılık verdi. Burda da suyu ısınmış ailecek başka bir mahalleye taşınıyorlarmış. Bir de başka yerlerde bakalım dayağın tadına diyor.

Devlet büyükleri kadını bir özne olmaktan çıkarıp ailenin içinde kaybededursun, kadına atılan her tokat "kutsal aile"nin güçlenmesine katkı sağlamaz da ne yapar? 2011'in ilk altı ayında yaşanan onlarca kadın cinayeti devletin ve kolluk güçlerinin bu konuda ne kadar hassas olduğunun en büyük göstergesi. Öyle bir duruma geldik ki kadınların cinayet sonucu ölmelerine değil de devlet tarafından güvence altına alınmasına şaşırıyoruz.

Muhafazakarlık arttıkça kadına yönelik şiddet de kat be kat artıyor. Geriye kaderine mahkum kadınlar kalıyor.

1 Eylül 2011 Perşembe

dünya barış günümüz kutlu olsun

Tüm insanlığa, işçi sınıfına, ezilenlere, kadınlara ve çocuklara, dünyadaki tüm barış yanlısı insanlığa selam...

Barışa ve kardeşliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde, ve özellikle bugünde ve dileklerimiz doğrultusunda dünyanın her anında barış olsun. Anlamaktan, dinlemekten, birlikte yaşayabilmekten daha güzel ne var ki?

Bırakın şu toprak, hudut sevdalarınızı. Törelerinizi, parayı, güce tapınmayı silin aklınızdan. Gerçekten şu dünya malı dediğimiz meretten, inançlı dostların " dünya nimetleri " dedikleri geçici zevklerden ve paradan ve egemenlik vazgeçerseniz dünya gerçekten çok güzel olacaktır.

Özgürlüğü için, barış için mücadele edenlere, insanı kıble alanlara selam olsun.

Çocukça bir tebessüme, anlayışa ve birbirimize merhaba demeye ihtiyacımız var.

Barış, hemen şimdi !