29 Kasım 2012 Perşembe

bana güven

Avrupa gezen dost sohbetlerinde sıkça geçen " bencil, gerizekalı fransızlar " takip ettiğim bir blokta karşıma çıktı. Tabi ki fransızların gerizekalılığı üzerine kafa yoracak, gerekçe arayacak değildim. Bu fransızların gerizekalı olma iddiası bende kıvılcımların çakmasına neden oldu bir şiirsellik vardı bu gerizekalılıkta bilinç altı faşizminin tezahürü olamaz mıydı? Pek tabi...

Bugün Fairuz'u bir kere daha keşfettim, dinledikçe de düşündüm -bu arada bir önceki paragraf bu yazının devamının sebebini oluşturur lakin bağlantısız olacaktır-. Dinlerken ayak basılmamış
sokaklar, öpülmekten büzülmüş dudaklar, nefes almaktan korkan göğüs kafesleri, sürekli mesaj çekilmekten tuşları bozulmuş ya da sadece arama ve cevapla düğmesinin üstündeki yazıları silinmiş telefonlar geldi aklıma. Çok sigara içtiğimi de düşünürsek dertli olduğumu da çıkarabiliriz burdan. Ben tam dalmışken yani yazarken, Bulut'un küt diye düşüşü duyuldu birden müezzin hücum etti ezan sesini sevmiyordum, en azından Esenyurtta'kini ona eşlik eden köpekle bütün dikkatim dağılmıştı. Dikkatimi toparlamak bir hayli zordu başladığım kitapları da bitiremiyordum zaten bugünlerde. Ve bugünlerde en sevindirici olay marketten şekilli su bardağını alarak bilgisayarımın hopöllörüne yerleştirmem oldu bunun dışında odam da zihnim gibi dağınık.

Az evvel bahsettiğim dağınıklık hali odama da yansımış ne pis bir insan oluyorumculuklar geliyor aklıma iki haftadır derse de gitmiyorum!

Dünyanın en acı sözü benim için "bana güven" yani göte girmiş onca kazıktan sonra bu "bana güven" lafı bi acıttı canımı, samimi olmak adına yediğim kazıkları ve götümde patlayan hayalleri vs. tüm argoluğuyla ifade etme çabama da kendim bile hayran kaldım. Daha önce bi yazıda "am" yerine "vajina" yazmış olmam geldi aklıma hay bin kunduz! Nasıl da malım. Şu sıralar arada
hülyalara dalıyorum boş bir düşünce kaplıyor ve sağ kulağımın ağır işitme rahatsızlığının nüksetmesi sinirlerimin son derece gerili olduğunun da emaresi. Ama yani nasıl bu kadar sakin olabiliyorum hala anlamış değilim. Üstelik iki anti depresanı da kullanmıyor olmama rağmen bu sakinliğime ben de şaşıyorum!

Yine boka belenmiş bir yazıya dönüştü bu kurgularken şiirimsi birşey yazarım diye düşünüyordum olmadı! Bana güven sevgili yazımı okuyan insan, bana güven daha sağlam sıçışlarla geliyorum.



28 Kasım 2012 Çarşamba

unutma

...
günler sarmal yay gibi
bunu unutma
bahar annemizin yemenisindeki solgun çiçektir
bunu unutma
seni ben heryerinden öperim
beni unutma

kadera inansaydım
sana inanırdım
düşürmem sigaramın ucundaki külü ben
...

 arkadaş zekai özger

25 Kasım 2012 Pazar

hüzünlü bir kasım yazısı

Kasım'da hüzün başkadır, yağmur başka türlü yağar, başka türlü ıslatır yağmur, yalnızca yalnızları ıslatır, sigarayı ıslatır. Gölgeler kaybolur ve artık sen de bir gölgesindir, gövdesi olmayan sahipsiz bir gölge. Aslında herşeyin bir mânâsı vardır da farkedemezsin. Taksim'de bir kafede iki yabancı oturur, gözlerinde mânâ ararsın, bulamazsın, ağlamak ister ağlayamazsın. Metrobüse binersin, o yağmurlara bir tuzlu yağmur daha eklersin. Kıvırcık kabarık saçlarını ya da varsa perçemlerini, gözlüğünü siper edersin yüzüne ki yağmur yağdığı görülmesin. Sessizce ağlaman gerekir çoğu zaman insan ağladığının görülmesini istemez. Acının, mutsuzluğun tarifi olmayınca yani insan zayıfsa, anlatamıyorsa herşeye rağmen yalnızsa ağlar başka bir yolu da mümkün değildir zaten.

Böyle bir günde, kıvırcık saçlı kız bir hüsrana daha uğramıştı. Denklem çok basitti, bir şeye isyanı vardı çok da arabeskti "sevip de sevilmemenin" hüznünü taşıyordu henüz, "küçük"tü. Büyümesi gerekiyordu, çırpınıyordu da demek ki çırpınarak büyünülmüyordu. Başka birşey lazımdı. Her yaptım sanışında yıkılan eserleri, her birleştirdim sanışında elinde yalnız kalp parçaları, kimseye değil beyaz bulutlara ihtiyaç vardı. Her canlının bir ruhu varken insan nasıl böyle ruhsuz ve mat olabilirdi? Sokak teyzeleri haklı mı çıkacaktı, anne öğütleri mi dinlenmeliydi, babadan korkulmalı mıydı? İnsan yalnızken  ayakta kalabilirdi ama neydi birine bağlanmanın, aşkı aramanın sırrı. Hep laf dinlemez asi çocuklar mı olacaktık, ana kucağından ayrılmamanın başka bir yolu yok muydu?

Bir bebeği mutsuz etmek, bir bebeğin soru sorarak bakan gözlerine sebep olmak ne ağır bir yüktür bilmezdim. Lanet olası göz yaşlarımla bir bebeğin soran gözlerine, hüzünlenen gözlerine sebep oldum. Her hüsranda "bir daha asla" demelerime döner oldum her asla dediğimi de dönüp dolaşıp yaptım. İnsan çelişik düşünce ve davranışların tümüne denk düşüyor. Her çelişki bir savaş demek, her savaşta insan kendinden düşüyor.

17 Kasım 2012 Cumartesi

bir anı denemesi / metrobüs macerası

Sabah 06:00'da başladığım güne 06:45'te otobüs bekleyerek devam ediyordum. Ayakta yolculuk etmemek adına erken saatte gelen ve boş olacağını düşündüğüm otobüse binmeyi planlamıştım ancak hiçbir şey planladığım gibi gitmeyecekti.

Yarım saat beklediğim otobüs ağzına kadar insan çakılı olarak gelmişti, bir otobüs dolusu işçi sınıfı akın akın üstüme geliyordu, güneşi zaptedeceklerdi. Neyse ki otobüs 20 dakikada Avcılar'a vardı ancak bilen bilir Avcılar'a girişi sağlayan köprü her sabah trafikle imtihan olur, araçlar kitlenir kalır. Neyse 142F şakilli şuküllü işçi sınıfı ve sıtayla liselileriyle bir otobüs insanı köprünün üstünde indirdi. Konserve kutusu olarak başlayan yolculuk atletizm müsabakalarıyla devam ediyordu. Bariyerlerden atlaya atlaya karşıdaki merdivene ulaşmıştık. İşçi sınıfının İETT ve kent içi ulaşımla imtihanı devam ediyordu, Avcılar sınıf sınıf kokuyordu. 7 dakikalık yürüyüş ve uzun atlamalar sonucu metrobüse varmıştık ama ne varış! Sınıf adeta burda toplaşmaya sözleşmişti, herkeste bir iş telaşı.

Ben; atarlı semtin giderli kızı, ilk durakta başlayıp son durakta bitemeyen aktarmaya akbil basan yolculukların insanı Bahar, Söğütlüçeşme'ye devam edecek yolculuk için metrobüs kapı ağzı stratejik bölgelerinden birine dikilmiştim, oturacak yer bulma ümidiyle...Ancak 2,3 ve hatta 5 metrobüs geçmişti ve hala oturacak yer sağlayacak stratejik atağı gerçekleştirememiştim, ters giden birşeyler vardı. Saat 08:00 olmuştu ve en geç 09:20'de Göztepe'de olmalıydım. Canhıraş, oturma ümidiyle atladıüım metrobüste oturacak yer kalmamıştı ve bu demek oluyordu ki 1 saat boyunca ayakta gideceksin Bahar. Oldu da, şanslıymışım ki körüklerde kıçımı dayayacak yer bulmuştum ve fordlanmayacak olmanın verdiği rahatlıkla bu satırları yazıyordum.

Günaydın metrobüs şoförü, günaydın karşıma dikilmiş kötü nefes kokulu hıyar ağası, günaydın yolculuk insanları, günaydın Abdullah Papur, günaydın Engin Nurşani, günaydın Ali Kızıltuğ sana da günaydın Latif Doğan gönlün kalmasın...