Sonra neden birden çocukluk
arkadaşımın kocaya kaçmadan evvel mahalledeki şişko bakkal Nuri’den çubuk
kraker ve jelibon alması geldi aklıma, sene 2014… Uzaklara daldım, daldım.
...
Büyük kardeşimi sünnet olduğu
gün, toprak yollu mahallemize dökülen mıcırların asfalt geleceğine delalet
olduğuna sevindik. Hatta sünnetin hayırlı bir vesile olduğunu bile düşünmüştü
annem. Aşırı duygusal ve komik şeylere bile duygusallaşan birim ben, god damn
it.
Tankerlerin peşinden mavi
bidonlarla koşuyorduk, su doldurmak için. Şebeke suyu yoktu, trajikomik
etkinlikti. Bu rezaletin kendinden ziyade 5 yaşında olduğum zamanlardı ve sabah
evden kaçar akşama kadar kaybolur, eve gelince dayak yerdim. O dayağa rağmen
nasıl bir mutluluk yaşıyordum anlatamam.
...
Dedem simit sattı yıllarca. Henüz çift basamaklı yaşlarımda
değildim. Dedem çuval boyutundaki siyah poşetlerle baya simit getirirdi bize
gelirken. Poşetlerin içinden açma ve çatal çıktığında ekstra sevinirdik. Bazen
poğaça ve börek bile çıkıyordu. Çılgınlar gibi mutlu olurduk.
...
Eskiden semt pazarında zabıta yoktu. Rahatça su satardık yaz
zamanları, “ buz gibi soğuk sudan içen” diye nameli bağırışlarla. Bir yaz
teyzemgille pazarlara çıkmıştım. Sebzecinin yanında çalışıp para kazanıyor eve
sebze falan getiriyor mutlu oluyordum. Teyzemler kilim satıyorlardı, semt
pazarlarında. Semtte o gün pazar yoksa, sokaklarda kırmızı arabayla gezerek
satış yapmaya çalışırlardı. Arabanın mikrofonlu, megafonumsu bir zımbırtısı
vardı. Bizim mahalleye geldiklerinde arabaya biner, mikrofonu ele geçirmenin
yollarını arardım. Elime geçtiğinde çirkin sesimle anlamsız türküler söylerdim
bütün mahalleye. Sami eniştem biraz huysuz bir adamdı ama severdi beni. Bazen
çocuklarla toplaşır, bütün dünyaya sesimizi duyuruyormuşçasına, mikrofondan
şarkılar söylerdik. En sık söylenen türkü “burası muştur, yolu yokuştur”du.
…
Sene 98 falandı sanırım. Sezai abim ve Atakan abim, bize
gelirken muz likörü getirmişlerdi. O akşam içilmişti likörün bir kısmı, bir
kısmıysa kalmıştı. Sabah uyandığımda tepeme dikip yuvarlamıştım likörü. İlk
sarhoşluk deneyimimdi, hayal meyal hatırlıyorum.
…
Mahallenin marijinal ailesiydik
biraz sanırım. Evimizin duvarlarında Hz. Ali resmi vardı, komşular kim olduğunu
biliyorlardı ancak –taciz olsun diye- anneme kim bu adam deden mi falan diye
sorarlardı hatırlıyorum. Annem de engin dini bilgileriyle döverdi onları
kendince. Bu da ayrı bi komiklik.
Annemle babam severlerdi
birbirlerini o zaman. Sarılırlardı, öperlerdi hatırlıyorum. Bi akşam üstü,
annemle babam koltuğa serilmiş televizyon izliyorlar. Biz de çocuklarla kapının
önünde oyun oynuyoruz. Neyse su içmek için komşunun kızı Sevcan eve girmiş, o
esnada oturma odasında babamı, annemi öperken görmüş. Bütün mahallede bir hafta
konuşulmuştu. Aleviler öpüşüyormuş falan. Sanki Sünniler öpüşmüyor ne garip.
...
Akşam akşam ıvır zıvır bir sürü
şey geldi aklıma. Gülümsedim. Sonra aklıma sevmek geldi. Birini sevmek incelik
istiyor. Küçük bir ağacı, güzel bir şarkıyı, bir bebeği, kardeşini, bir insanı…
Sevmek güzel şey, hummalı şey, incelikli… Acı da bir şey galiba. İnsan severken
güzel yine de. Sevmek ama tek başına bir şey. Herkes kendince, kendi üslubunca
seviyor….