25 Kasım 2011 Cuma

uyuklamalı sayıklama

" geçer geçer " baştan savmalı, kendini ön plana atmalı fedakarlık oyunlarıydı baş ağrımın nedeni... hayır hayır, yanında 3 saatlik derin bir rüzgar da olmalı, afiyetle işlenecek bir akşam cinayeti için. sayıklamalı değil, uyuklamalı konuşuyorum. saçlarımın kabarması sinirimi bozuyor.

köşedeki kazıkçı bakkaldan aldığım büsküviyi kırıntılarını hoyratça saçarak birkaç kişiyle yedik. ne zaman acil biryere yetişmem gerekse herhangi bir köşedeki gereksiz, kazıkçı bakkal beni lafa tutar. hayır efendim saçlarım perma değil! doğal !

çoktan kanıtlamalı gerçekleriniz olduğunu düşünürsünüz doğal yerlerinize insanlar şaşırıyorsa. hem sinirlenip hem sakin gibi görünmek çok büyük bir eziyet. başım ağrıyor, taşıyamıyorum. çoktan seçmeli sınavların ağırlığını sırtımdan atalı henüz 3,5 yıl kadar olmuştu, hastalığım pazarları nüksedebilir. gereksiz ayrıntılardan biriktirdiğim takıntılarımla daha fazla mide yanması ve mide bulantısı biriktirebilirdim ancak stres bana çok cömert kabız bile edebiliyor.

kulüp odasında poşete kusmaya çabalarken onca insanın içinde, gereğinden fazla doğal olduğumu farkettim. daha sonra farkettim öğürtülerim insanları tiksindirebilirdi oysa ben bu tür konularda tiksinmeyi pek bilmezdim. anladım. önemliydi dünyayı başkalarının gözünden görmek.

ellerim çok üşüdü ya ayaklarım? başım ağrıyor, tüm günün hıncını alırcasına zonkluyor. köşe yazılarını saklamak gibi huylar edinseydim ya da kupon biriktirmek gibi hobiler; eminim baş ağrılarımı da biriktirirdim. ilaç isimlerini saymayı sevmem ama apranax, parol, aprol fort ve minoset gibi sikik ilaçlar bir boka yaramıyor.

uykuuu
uykuuuuu
uykuuuuuuu

24 Kasım 2011 Perşembe

bilmem ki

ders, çalışıyordum bir taraftan da düşünüyordum. çoktan beri yazmadığımı hatırladım. hem zaten güzel şeyler yazmıyorum ama kafam boşalmış oluyordu en azından. zaten burası biraz mabed gibi herkes göremiyor, görmek isteyen geliyor. iki gündür aynı şarkıyı dinliyorum, iki haftadır ağlayacak gibiyim. iki gün önce ağlamıştım, sonra ci ile konuştum rahatladım. onu da kırmıştım daha önce ama olmayacak dualara amin demeyecek kadar akıllı bir kafirim.

güvende olma isteği güvensizleştirmiyordu beni? yalnız kalıyordum. sebepler buluyordum. en nihayetinde kendimle mütabık olduğum bir noktam vardı o da güzel bir kadın olmayışımdı. hep yakın arkadaşlar, çok sempatiksin, çok okuyorsun gibi şeyler söyleyip sanki 21. yüzyılda sevilmek kıstası bunlarmış gibi konuşuyorlar. sevilmek için yapmıyordum bunları ki sevilmek için özel çaba harcamak da saçma değil mi zaten? çok güzel şiirler yazmak isterdim ama yok o istidad. beni öldüresiye ağlatacak bir şarkı arıyorum ama kimsenin olmaması da gerekiyor ağlamak için. nedense herkes var etrafımda.

evet mutsuzum, bu uzun bir süre böyle de gidecek gibi.o beklenen kişinin, o doğru kişi dediklerinin gelmeyeceğini biliyordum. evet tek derdim sevilmek değil ama bu sıralar tek derdim oymuş gibi davranıyorum. gerçekten yaşamanın gerekliliğini sorgular haldeyim, kendimi yok edecek kadar cesur değilim ama bu hayata devam edebilecek kadar zavallıyım. bu zavallı sürüngen halimi neden istiyorum anlamıyorum. başka bir sürüngene ihtiyacım var daha fazla sürünmek için. ben gibisi lazım galiba, umutsuzum.

ilk kez değil bunlar oluyordu da arada bu defa daha kötü oldu sanki. bir çoğuna göre genç oluşumu kenara koyarsak eğer geçen zamanla birlikte mutsuzluklarımı daha ağır geçiriyorum. bu böyle devam ederse otuzuma varmadan kahır yükü olabilirim.

2 Kasım 2011 Çarşamba

şu yalan dünyadan usandım

Anadolu olabilmek vardı, övündüğümüz şeyler olabilseydik keşke. Ben ne şehirliyim ne köylüyüm, kendimi hiçbiryere hiç kimseye ya da hiçbir nesneye ait hissetmedim zaten hiçbiryerim, hiç kimsem ve hiç nesnem de olmadı.

Bıktım, inan ki bıktım... Bu kendini anlatamamalar, yaşamdan usanmalar, henüz çok yıllar geçmese de çabucak eskimeler, herşeyi bilmeler fakat gerekenleri yapamamalar. Yazdıklarıma dönüp bakıyorum ara sıra komik buluyorum, geçip gidiyor. Zaman geliyor ki o an hissettiğim acı, dünyanın en beter acısıymış gibi geliyor. Garip değil mi, dünyanın biryerlerinde benim gibi canı sıkılan ve o anki hislerini dünyanın en ağır acısıymış gibi hisseden birkaç tane insan vardır mutlaka. Ama ne onlar beni, ne ben onları anlarım.

Yalnız kalmak/kalmamak işte bütün mesele bu. Ne zaman yalnız ne zaman yalnız değiliz bilmiyoruz. Yalnız kelimesinin tekbaşınalık anlamıyla karşıtını bulamadığımız gibi her zaman yalnız olduğumuzun farkında da değiliz.

Benim memlekete gitme zamanım geldi, gidemiyorum.

Bu arada benim Bulut adında bir erkek kardeşim daha oldu, yarın 40'ını çıkaracağız. Otobüste Bulut'un birgün 20li yaşlara geleceğini, annemlerin öleceğini gözümün önüne getirdim. Tabi bu acıyı anlamamanız çok doğal. Bulut çok küçük, el kadar, mucize gibi geliyor bana. Annesi gibi hissediyorum bazen kendimi, işten gelirken okuldan gelirken bir an önce ona kavuşmayı istiyorum. Çok değişik kaygılar besliyorum, kaygılar korkularımı ortaya çıkarıyor. Otobüste ağladım, gerçekten ağladım. Birden annemin babamın öldüğü geldi gözümün önüne, tutamadım kendimi. Ben çok korkak biriyim, gerçekten çok korkak.