2 Kasım 2011 Çarşamba

şu yalan dünyadan usandım

Anadolu olabilmek vardı, övündüğümüz şeyler olabilseydik keşke. Ben ne şehirliyim ne köylüyüm, kendimi hiçbiryere hiç kimseye ya da hiçbir nesneye ait hissetmedim zaten hiçbiryerim, hiç kimsem ve hiç nesnem de olmadı.

Bıktım, inan ki bıktım... Bu kendini anlatamamalar, yaşamdan usanmalar, henüz çok yıllar geçmese de çabucak eskimeler, herşeyi bilmeler fakat gerekenleri yapamamalar. Yazdıklarıma dönüp bakıyorum ara sıra komik buluyorum, geçip gidiyor. Zaman geliyor ki o an hissettiğim acı, dünyanın en beter acısıymış gibi geliyor. Garip değil mi, dünyanın biryerlerinde benim gibi canı sıkılan ve o anki hislerini dünyanın en ağır acısıymış gibi hisseden birkaç tane insan vardır mutlaka. Ama ne onlar beni, ne ben onları anlarım.

Yalnız kalmak/kalmamak işte bütün mesele bu. Ne zaman yalnız ne zaman yalnız değiliz bilmiyoruz. Yalnız kelimesinin tekbaşınalık anlamıyla karşıtını bulamadığımız gibi her zaman yalnız olduğumuzun farkında da değiliz.

Benim memlekete gitme zamanım geldi, gidemiyorum.

Bu arada benim Bulut adında bir erkek kardeşim daha oldu, yarın 40'ını çıkaracağız. Otobüste Bulut'un birgün 20li yaşlara geleceğini, annemlerin öleceğini gözümün önüne getirdim. Tabi bu acıyı anlamamanız çok doğal. Bulut çok küçük, el kadar, mucize gibi geliyor bana. Annesi gibi hissediyorum bazen kendimi, işten gelirken okuldan gelirken bir an önce ona kavuşmayı istiyorum. Çok değişik kaygılar besliyorum, kaygılar korkularımı ortaya çıkarıyor. Otobüste ağladım, gerçekten ağladım. Birden annemin babamın öldüğü geldi gözümün önüne, tutamadım kendimi. Ben çok korkak biriyim, gerçekten çok korkak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder