21 Eylül 2011 Çarşamba

yağmur yağdığında

yağmur geldi ya mutlaka birşeyler yazmam gerekir. iyi ya da kötü. beğenilsin diye değil de arzı hal için yazarım ben, öylesine yani ama ölesiye...

ne zaman yağmur yağsa eteğimdeki taşları dökerim bir bir, göz yaşlarım dökülür tane tane, hüzünlü şarkılar söylenir odamda yalnızlıklara dair. insan dediğin mahluk hiçbir zaman tüm yaşantısında mutlu olamayacaktır bunu bilir. belki de yaşamak küçük mutluluklar içindir nerden bilebiliriz ki?

ne zaman yağmur yağsa çay demlerim ben sigaramı da katık ederim yanına. aslına bakarsan sigara şiirsel olsun diye kullanılan imgelerin başında gelir ama bana hırpani ve hüzünlü geliyor. sigara kalsın bir köşede.

bugün yağmur yağdığında birşeyler değişmişti, adını koyamasam da değiştiği çok açıktı. ilk defa toprağın kokusu tütmedi burnumda, köpekler yalnızlıktan havlamadı, çocuklar yağmur eşliğinde oynamadı sokakta, bizim bahçedeki ağaçlardan başka ağaç mutlu olamadı çünkü ağaç kalmamıştı , köpekler kalmamıştı, toprağa dair hiçbir yer kalmamış, ağaçları bir bir katletmişlerdi, çocuklar betonlara tıkıştırılmıştı. hiç olmadığı kadar yaralayıcıydı yağmur hiç bu kadar usul fakat acımasız yağmamıştı. çünkü bahçelerimizi ve kaldırımlarımızı çalmıştı imar müdürlüğü.

bugün yağmur yağdığında farkettim ki çocukluğuma dair herşey gitmişti. demin dedim ya çocuklar yağmur altına çıkmıyordu. kimse yağmur tanelerini yutmak için dilini çıkarmıyor, yağmur toplamak için avuçlarını açmıyordu. bu sefer eylül'ün tadı yoktu. çocukluğuma dair herşey gitmişti... çünkü herkes burayı terketmişti. yolda ıslanırken farkettim ki bu sefer Olgun yoktu, Cüneyt bile gitmişti. Gül de evvelki yıl terketmiş, kırgın olduğum ve ismini vermek istemediğim bir dostum da çekip gitmişti. herkes buraları terkederken, herkes Esenyurt'tan kaçarken ben hep burda kalmıştım.

giderek içine gömüldüğüm odamda bütün yol yorgunluklarına rağmen güçlüydüm. burası benim sığınağımdı. yeniden yaratmaya, defalarca koşmaya, tüm mutsuzluk ve hayal kırıklıklarına rağmen tekrar aynı şeyleri yaşamaya gücüm vardı. çünkü ben Esenyurt'u terketmedim hiç. bazen küstük, bazen heryere uzak diye ona çok kızdım, onu defalarca terketmek istedim; kimi zaman cesaret edemedim kimi zaman olanaklar el vermedi ve ben hep burda kaldım. ama onu hiç bu kadar bozulmuş ve örselenmiş bulmamıştım.

büyümekten midir gerçekten bilmiyorum, sanki hayat hep tek başınalıkmış gibi geliyor. kralcıklar, iktidar mücadeleleri, tepinen filler ve ezilen çimler hepsi birleşiyordu. üstüne bir sancılı doğum, gelecek kaygılarım ve toyluğum ekleniyordu. kendimi temize çıkarmak adına söylemiyorum ama ben hep iyi niyetli bir insan olduğumu sanıyorum. ve fakat kaybetmek değil de kötü sonuçlar elde ediyorum.

biliyorum hepsi, herşey gitti ve belki de bir daha gelmeyecekler. ben ne zaman terkederim buraları bilmiyorum. ama şunu söyleyebilirim ben vedalardan çok korkuyorum.

3 yorum:

  1. hayatta insanlara ve mekanlara veda etmek durumunda kalmak kadar yaralayıcı birşey varmı? bir de insanı geriye götürdüğünü düşünüyorum..

    YanıtlaSil
  2. bir de sırf veda etmemek için olduğun yerde sabit ve stabilize kalmak var... o daha kötü.

    YanıtlaSil
  3. evet o da kötü. keşke birşeyleri değiştirmek için sevdiğimiz insanlarımızı ve mekanlarımızı geride bırakmamız gerekmese. onlarla birlikte yürüyebilsek..nostalji duymak aslnda beni rahatsız eden. yoksunluk hissetmek..

    YanıtlaSil