Basit bir memur olmak istiyordu
yalnızca oysa 21. yüzyılda basit bir memur olabilmek bile hayli
meşakatli bir işti. Kaldı ki memur olsa dahi çoğu zaman parası
da yetmeyebilirdi hem biliyordu ki memur olsa dahi istediği o küçük
dünyasına kapanamayacaktı. Her zaman onu o dünyadan, birileri
yaka paça çıkarıp gerçek dünyanın o acımasız, acı verici ve
renksiz dünyasına atacaktı, o da itiraz etmeden dalmak zorunda
kalacaktı. Evet biliyordu sokaktaki çocukları, dayak yiyen,
öldürülen, tecavüze uğrayan kadınları, açları, yoksulları
ve daha nicelerini biliyordu, üzülüyordu, kendince çaba da
sarfediyordu topluca kurtulmaya ama; o içindeki güvende olma,
kabuğuna kapanma isteği hayallerinden asla ayrılmıyordu. Dedim ya
üstelik çok iyi biliyordu asla hayalindeki o sessiz, huzurlu hayata
erişemeyeceğini.
Hayatta çok az da olsa temiz insanlar
vardı, temiz dünyaları olan o insanlar hayatımızın herhangi
yerinde herhangi önemsiz birşey gibi duruyordu. Neden bu adar
aldırış etmiyordu onlara o da bilmiyordu. Ancak bu insanlar bazen
tahammül edilemeyecek kadar zamansız dalıyorlardı hayatının
bazı kesitlerine, kızıyor rahatsız oluyor ama bunu asla belli
etmiyordu. Bu bir iç düşünceydi bunu yazarken şimdi usulca
kanatlanıp gidiyordu...
Memur olmak istiyordu; belki çok
sevdiği, hayalindeki erkeği şekillendirdiği, çok fazla yakışıklı
olmayan ama mazide olmanın verdiği sıcaklıkla yüreği dolduran
Dostoyevski romanlarındaki adamlar gibi. Küçük bir evi olacak,
belki cuma ve cumartesi geceleri birkaç duble içecek, o dublelerle
birlikte şiirler okuyacak, şarkılar dinleyecek ve içlenecekti.
İçinde bir yerde hep yalnız, mutsuz bir şeyler olacaktı bunu
kabullenmişti ama yine de bugünden, zorundalıktan kurtulmak, kendi
dünyasına kapanmak istiyordu. Babasız küçük bir kız ürkekliği
ve ayakta kalma hırsıyla devam etmeliydi, neden böyle düşünüyordu
bilmiyordu. Çünkü onu seven, başkalarının diline düşürmeyen,
her ne kadar biraz öfkeli olsa da iyi bir babası vardı. Belki
sorun da burdaydı babasıyla, yaşantısıyla ve diğer bir çok
şeyle derdi neydi, neyi neden istemiyordu bilmiyordu. Tek istediği
en az beş gün yatıp uyumak ve birşeylerden uzak olmaktı. Bunun
olmayacağını biliyordu, hareketlenmek istedikçe müzmin bir
hantallığa doğru yayılıyordu, ruhani bir buhrandı bu; dünyayı
yakmak gerekiyordu.
Memur olsa da dünyada birşey
değişmeyecekti, belki de şikayetçi olduğu herşey baki
kalacaktı. Ama o bitter çikolatalarıyla, bazen içtiği içkilerle,
bolca okuduğu kitaplarla ve bolca izlediği filmlerle tek başına
mutlu olmanın yolunu bulacağını sanıyordu. Mutlu demeyelim de en
azından sakin... Oysa memur bile olamayacaktı belki de, devlet
denen haşmetli, sermaye denen gafleti caiz, şiddeti caiz, adaleti
münferit şeyler onu köşeye sıkıştırdıkça sıkıştıracaktı.
Üstelik hayatının hiçbir yerine aşk iliştirmeden, hep yalnız
kalarak, hep onu sevenlerden kaçarak...
Hep de bir sayfayı bulamayan hikayeler
yazıyordu, mütemadiyen bıkkın ve mütemadiyen tahammülsüz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder