Son
zamanlarda çok evde kalmış, çok yorulmuş, çok miskinleşmişti.
Miskinliğin ve işsizliğin işe yarayacağını düşünmemişti
hiç. İçine, maneviyata ve huzuru aramaya doğru bir dalış
halindeydi. Daha evvel içinde olduğu bir çok şeyi 10 metrekarelik
odasından, bilgisayarından, evin balkonundan, izlediği filmlerden
ve okuduğu kitaplardan tekrar tekrar anlamaya çalışıyordu.
Klasikti ama insan oluş halindeyken meselenin aslını
kavrayamıyordu.
Bir
şeyleri yapmaktan bir şeyleri izlemeye geçtiğinde
farklılaşıyordun. Dünyayı Taksim'den, Kadıköy'den izlemekle
Esenyurt'tan, Bağcılar'dan izlemek arasında fersah fersah fark
vardı. Ahlak dedikleri, ahlakçılık dedikleri, yanlış dedikleri,
varoş dedikleri, yoksulluk ne bileyim işte çaresizlik dedikleri
yaşayanla izleyen arasında algılama farkı olan şeylerdi. Zaten
şu sikik dünyada her şey bir görece ihtiva ediyordu.
Falanca
kimse filanca yerde içkisinin yudumlarken sokağında dahi
yürüyemeyeceği yerler hakkında konuşmakta sakınca görmüyordu.
Türk Kürdistan'ı konuşurken, halkını konuşurken yanından dahi
geçmeyeceği yerler hakkında çok şey söyleme hakkını buluyordu
kendinde. İstanbul'un bilmem ne isimli varoş semti hakkında,
Cihangir müdavimleri, Mis sokak müptelaları bol keseden atıyordu.
Birileri fuhuşu savunuyor, diğerleri yeriyor, öteki nötr kalıyor
kimisiyse kafayı çekiyordu. Ancak tam da bunlar konuşuluyorken
Esenyurt'un 100bin nüfuslu bir mahallesinde, Bağcılar'ın,
Esenler'in belalı sokaklarında başka şeyler oluyordu.
Varoş
insanını kahramanlaştıracak değilim. İnsanların çok standart
yaşam kaygıları var ve muhtemelen yaşadıkları semtten başka
gidecek yerleri de yok. Onların kaygılarını anlamak için
içlerinde olmak gerekir, içlerinde olmak da yetmez bazen onlar gibi
olmak gerekir. O yüzden birileri hep onlar üzerinde toplum
mühendisliği yaparken bazı şeyleri düşünmez düşünemez.
İnsanlık onuru adı altında yürütülen mücadelelerde varoş
insanı, işçi sınıfı hep bir kenarda "veri"dir. Daha
fazlası olamazlar. Oysa onca çelişkinin içerisinde alışılmamış
bir ahenk vardır. Kulağa hoş gelen, edebi ancak özünde insan
doğasının nasıl da mutasyona uğradığını ifade eden.
"Esenyurt'un
sıvasız fransız balkonlu bir evinden "sebastian bach"
notaları iftar sonrası rehavetini esrik bir eda ile yerle yeksan
ediyordu. Bu varoş semtin sıvalı ve eski bir evinin arka sokağında
fuhuş yapan kadınların isteksiz sesleri, kova yapan gençlerinin
"kafası yeni geldi" nidaları yükseliyordu.
Tüm karmaşanın, üzerlerinde yapılan hesapların çok uzağında
yaşam devam ediyordu. Anlamak ve anlaşılmak umurlarında değildi.
Sonuç olarak her insan ayrı bir dünya idi. Ve bu dünyalar neyin
çevresinde, neyin neresinde döndüklerini bilmiyorlardı...
Birden
gecekondunun önüne son model bir jip yaklaştı, içinden son moda
yabancı pop şarkıları çalıyordu. Mantar topuk ayakkabısıyla,
bağrı açılmış bedeniyle arabadan indi genç mahalleye şöyle
bir göz attı. Her şey her zamanki gibiydi farkında olmadan
algılamıştı bunu. Evine girdi tozunu serdi iki fırtta iş tamam.
Yeni işler bekliyordu, köşe olacaktı, yoksulluğun içinde
varsıllığa doyma çabasındaydı. Ancak insan yaşadığı yere
benziyordu ne yoksulluğun ne varsıllığın 40 (kırk) yıl izi
gitmiyordu. Odasına girince Hakkı Bulut açarak takılmaya devam
etti...
Olası
bir devrimin umudu vardı bir yerlerde... Fabrikalar, tarlalar,
siyasi iktidar "her şey" emeğin olacaktı. Katliamlar
kınanacak, faşist lanetlecek ancak hep olgunlaşamayan devrim
şartları nedeniyle yarım kalacaktı devrimler. Güzel günlerde
halay çekilecek, devrimci bir eylem olarak gülünecek, günün
birinde kahpe bir pusuda, namussuz bir kavgada bir yoldaş daha
gidecekti. Erdemli olmak ölüm demekti. Er ya da geç
tadılacaktı...."
İki yüzlü davulcular, yalancı
bayramlar, sevinmeye neden olabilecek her şey birer para tuzağıydı.
Sevinecek hiçbir nedenimiz, sığınacak hiçbir limanımız ya da
tam anlamıyla sonuç verecek hiç bir mücadelemiz olmadığı için
özel günler yaratıyor, özel ritüeller çıkartıyor ve bir
şeylere tapıyorduk. Arkadaşlarla toplanıyor, dünyayı kurtarıyor, çeşitli hülyalara dalıyorduk. Ancak bir şeyler ters gidiyordu, bir şeyler hep yarım kalıyor ve olmuyordu. Olmamıştık, olamıyorduk. Orada kaldık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder