26 Temmuz 2014 Cumartesi

Temmuz 26

 Son zamanlarda çok evde kalmış, çok yorulmuş, çok miskinleşmişti. Miskinliğin ve işsizliğin işe yarayacağını düşünmemişti hiç. İçine, maneviyata ve huzuru aramaya doğru bir dalış halindeydi. Daha evvel içinde olduğu bir çok şeyi 10 metrekarelik odasından, bilgisayarından, evin balkonundan, izlediği filmlerden ve okuduğu kitaplardan tekrar tekrar anlamaya çalışıyordu. Klasikti ama insan oluş halindeyken meselenin aslını kavrayamıyordu.

Bir şeyleri yapmaktan bir şeyleri izlemeye geçtiğinde farklılaşıyordun. Dünyayı Taksim'den, Kadıköy'den izlemekle Esenyurt'tan, Bağcılar'dan izlemek arasında fersah fersah fark vardı. Ahlak dedikleri, ahlakçılık dedikleri, yanlış dedikleri, varoş dedikleri, yoksulluk ne bileyim işte çaresizlik dedikleri yaşayanla izleyen arasında algılama farkı olan şeylerdi. Zaten şu sikik dünyada her şey bir görece ihtiva ediyordu.

Falanca kimse filanca yerde içkisinin yudumlarken sokağında dahi yürüyemeyeceği yerler hakkında konuşmakta sakınca görmüyordu. Türk Kürdistan'ı konuşurken, halkını konuşurken yanından dahi geçmeyeceği yerler hakkında çok şey söyleme hakkını buluyordu kendinde. İstanbul'un bilmem ne isimli varoş semti hakkında, Cihangir müdavimleri, Mis sokak müptelaları bol keseden atıyordu. Birileri fuhuşu savunuyor, diğerleri yeriyor, öteki nötr kalıyor kimisiyse kafayı çekiyordu. Ancak tam da bunlar konuşuluyorken Esenyurt'un 100bin nüfuslu bir mahallesinde, Bağcılar'ın, Esenler'in belalı sokaklarında başka şeyler oluyordu.

Varoş insanını kahramanlaştıracak değilim. İnsanların çok standart yaşam kaygıları var ve muhtemelen yaşadıkları semtten başka gidecek yerleri de yok. Onların kaygılarını anlamak için içlerinde olmak gerekir, içlerinde olmak da yetmez bazen onlar gibi olmak gerekir. O yüzden birileri hep onlar üzerinde toplum mühendisliği yaparken bazı şeyleri düşünmez düşünemez. İnsanlık onuru adı altında yürütülen mücadelelerde varoş insanı, işçi sınıfı hep bir kenarda "veri"dir. Daha fazlası olamazlar. Oysa onca çelişkinin içerisinde alışılmamış bir ahenk vardır. Kulağa hoş gelen, edebi ancak özünde insan doğasının nasıl da mutasyona uğradığını ifade eden.

"Esenyurt'un sıvasız fransız balkonlu bir evinden "sebastian bach" notaları iftar sonrası rehavetini esrik bir eda ile yerle yeksan ediyordu. Bu varoş semtin sıvalı ve eski bir evinin arka sokağında fuhuş yapan kadınların isteksiz sesleri, kova yapan gençlerinin "kafası yeni geldi" nidaları yükseliyordu. Tüm karmaşanın, üzerlerinde yapılan hesapların çok uzağında yaşam devam ediyordu. Anlamak ve anlaşılmak umurlarında değildi. Sonuç olarak her insan ayrı bir dünya idi. Ve bu dünyalar neyin çevresinde, neyin neresinde döndüklerini bilmiyorlardı...

Birden gecekondunun önüne son model bir jip yaklaştı, içinden son moda yabancı pop şarkıları çalıyordu. Mantar topuk ayakkabısıyla, bağrı açılmış bedeniyle arabadan indi genç mahalleye şöyle bir göz attı. Her şey her zamanki gibiydi farkında olmadan algılamıştı bunu. Evine girdi tozunu serdi iki fırtta iş tamam. Yeni işler bekliyordu, köşe olacaktı, yoksulluğun içinde varsıllığa doyma çabasındaydı. Ancak insan yaşadığı yere benziyordu ne yoksulluğun ne varsıllığın 40 (kırk) yıl izi gitmiyordu. Odasına girince Hakkı Bulut açarak takılmaya devam etti...

Olası bir devrimin umudu vardı bir yerlerde... Fabrikalar, tarlalar, siyasi iktidar "her şey" emeğin olacaktı. Katliamlar kınanacak, faşist lanetlecek ancak hep olgunlaşamayan devrim şartları nedeniyle yarım kalacaktı devrimler. Güzel günlerde halay çekilecek, devrimci bir eylem olarak gülünecek, günün birinde kahpe bir pusuda, namussuz bir kavgada bir yoldaş daha gidecekti. Erdemli olmak ölüm demekti. Er ya da geç tadılacaktı...."

İki yüzlü davulcular, yalancı bayramlar, sevinmeye neden olabilecek her şey birer para tuzağıydı. Sevinecek hiçbir nedenimiz, sığınacak hiçbir limanımız ya da tam anlamıyla sonuç verecek hiç bir mücadelemiz olmadığı için özel günler yaratıyor, özel ritüeller çıkartıyor ve bir şeylere tapıyorduk. Arkadaşlarla toplanıyor, dünyayı kurtarıyor, çeşitli hülyalara dalıyorduk. Ancak bir şeyler ters gidiyordu, bir şeyler hep yarım kalıyor ve olmuyordu. Olmamıştık, olamıyorduk. Orada kaldık. 




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder