19 Mayıs 2014 Pazartesi

Korkun Bizden



 94 yılının Temmuz ayında, sıcak bir akşam vakti, hayatımın şimdiye kadarki bölümünü yaşadığım semte Esenyurt'a taşınmıştık. Esasen babadan Kumkapılı olmakla birlikte sılamız Orta Karadeniz'in güneyinde bozkıra çalan Tokat'tı. Yokluğun, yoksulluğun bağrından gelip belki daha lüks bir yoksulluğun ortasına düşmüştük. Bir şeyleri aşıyor, bir şeyleri geçiyor ama yine de yoksul kalıyorduk. Herşeyden önce garibandık, kendimizden ve kendimiz gibilerden başka kimsemiz de yoktu. Birbirimize acımazdık, birbirimizi bilir ama anlamazdık.

4 yaşında bir çocuktum Esenyurt'a geldiğimde. Kapının bacanın açık bırakıldığı, eski ahşap Ermeni evlerinin hakim olduğu, eski kimliğini yitirmiş, ghettolaşmış Kumkapı'yı bırakmıştık. Çayırın çimenin bol olduğu koca bir köyün, yokluğun yeri aşındırdığı, eski arap mezarlığı rivayetlerinin döndüğü bir yerdeydik; ıpıssızdık, yalnızdık. Makri Teyze'yi bırakmıştık, Hase'yle Yeto'ya merhaba demiştik. Çocuk aklımla bunları düşünemiyordum elbette, her şey bir kaç kare olarak aklımda ve sokakların halleriyle... Velhasılı burayla büyüdüm ben, bura da benle büyüdü. Paçamızdaki çamurdan tanınıyorduk. Hiç unutmuyorum kardeşimin sünnetinde yollara mıcır dökmüşlerdi, asfalt da gelecek diye çok sevinmiştik.

Bizim bahar geldiğinde çimlerinde yuvarlanabildiğimiz tarlalarımız, komşumuzun yetiştirdiği inekten sağılmış sütlerimiz, arka bahçelerimizde yetiştirdiğimiz tavuklarımız ve dalabildiğimiz ağaçlarımız vardı İstanbul'un bir köşesinde...Anarşist bir semt miydik yoksa "yokluk bizi mecbur etmiş, gurbeti biz mi yaratmıştık" bilmiyorum. (Büyüdükçe asileşiyordum, kavgacıydım, okulda bilhassa erkek çocuklarıyla kavga ederdim, biraz garip bir kız çocuğuydum.)

Asiliğimiz dışarda kalışımızla mı ilgiliydi yoksa yaşadığımız semte mi benziyorduk? Hıncımız birbirimize mi işliyordu yoksa nazımız yalnız birbirimize mi geçiyordu? Bilmiyorum. Her varoşun kendine munhasır halleri, kendine has raconu ve bir dili olur. Esenyurt belli bir yerden sonra lümpen büyüdü her büyükşehir varoşu gibi. Çünkü üzerimizde oynanan bir takım oyunlar vardı, komplo değil ha yanlış anlaşılmasın. Korkuyorlardı bizden, korktukça üstümüze oynuyorlar, plan yapıyorlardı plan! Nitekim kısmen de olsa işledi planları, biz gardımızı iyi aldık diye düşünüyorum. Alamayanlara üzülüyorum, o tutsaklıktan kaçacaklarına inanıyorum. Nihayetinde gariban insanlardık ve bu garibanlık geçmek bilmiyordu. Üzerimize sinmişti ve yıllarca gitmeyecekti, ki gitmesindi zaten. Birbirimize tutunacak dalımız bir o kalmıştı.

Derken zaman çabuk geçti, çok çabuk geçti, çok çabuk büyüdük, çok çabuk eriştik. Çok çabuk daldan düşmekten korkuyorum. Aynı sıralarda oturduğum, aynı sokaklarda koşturduğum arkadaşlarımın çoğu evlendi, erkekler minibüs şoförü oldu, kızlar evlenene kadar tekstilde çalıştı. Ayrışmaya başladık, birbirimizi anlamamaya. Birbirimize tutunacakken, başka şeylere sığınmaya, tanımadığımız kişilere saklanmaya. Ama bizi aynılaştıran bazı şeyleri hiçbir plan bozamazdı. Ek iş yapan, ev kapımızı boyayan, eve ekmek alan babalarımız aynıydı bizim. Biz vita kutularında çiçek yetiştiren, akan soba borularının altına sek yoğurt kovasını telle yerleştiren annelerin çocuklarıyız. Akıllı olacaksınız!

Yani demem o ki Müslüm Baba'nın dediği gibi "yakarsa bu dünyayı garipler yakar". Düşen başlarımız, çatılan kaşlarımız, asileşen ruhlarımız birbirimize çatmaktan birgün vazgeçecek. Bir gün varoşlardan sel olup, şehri istila edeceğiz. Birgün her sokak 1 Mayıs alanı olacak, birgün tekstil atölyelerinden, direksiyon başlarından, evlerimizden, kapalı ne varsa ne bizi hapsediyorsa oradan dört bir yana akacağız. Haklı sebeplerimiz, birbirimize omuz verecek gücümüz, birbirimizin derdine çare olacak yüreğimiz var. O günün özlemiyle, bozkırın hüznüyle, ghettonun arabeskiyle, öfkemizi isyan etmeye geleceğiz. İşte o zaman korkun bizden!



27.04.2014 tarihinde Fraksiyon.org'ta yayınlanan yazımdır...
http://fraksiyon.org/korkun-bizden/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder